Sarıyer Büyükdere mahallesinde bulunan İstanbul Zihinsel Engelliler Vakfı, eğitilebilir düzeydeki zihinsel engelli gençlere hem eğitim hem de iş imkanı sağlıyor. Resim , seramik, beden eğitimi ve yüzme gibi bir çok faaliyet imkanı sunan vakıf, burada bulunan gençleri tek başlarına yaşamayı öğretiyor.
İlköğretim seviyesindeki, engelli öğrencileri Mecidiyeköy’de bulunan ilköğretim okulunda eğiten vakıf buradan mezun olan öğrencilere belirli sürelerle özel çalışma programlarına katıyor. Öğrenciler bu özel eğitim programlarının ardından Sarıyer de bulunan bağımsız eve geçiyorlar.
İzev beden eğitimi öğretmeni Levent Bakırcı ve İzev Bağımsız Evi Müdürü Gülfidan Övünç, yaptıkları işin çok önemli olduğunu belirterek, mezun ettikleri bazı gençlerin iş bulduklarını ve kendi başlarına hayatlarını sürdürebildiklerini ifade ediyor. Amaçlarının daha fazla engelli genci ,topluma faydalı bir hale getirmek olduğunu vurgulayan vakıf çalışanları bunun için devlet tarafından engelli öğrencilere ayrılan eğitim fonu ve durumu iyi olan velilerin maddi yardımlarından faydalandıklarını belirtiyor.
Engelli değil özel diye tanımladıkları öğrencilerini topluma kazandırmak adına çok önemli işler yapan İzev, engelliler hakkındaki ön yargıyı kırmakla beraber , aslında bizlerin onlara her zaman her yerde ihtiyaç duyabileceğimizi de gösteriyor.
editörlerTV
“Seri katil”e çevre ödülü
adresine 5 Haziran’a kadar gönderebilecekleri ve ad, soyad, ünvan, üniversite ve fakültelerini belirtecekleri e posta ile kampanyaya katılabilir.
Güven Eken, Doğa Derneği Genel Müdürü
“Bakan Eroğlu Türkiye doğasının tarih boyunca karşılaştığı en büyük yıkımı gerçekleştiren insandır. Bütün derelerimizi inşaat makinelerine açmış, çok sayıda gölün kurumasına neden olmuş, korunan alanları madencilere açmış, Anadolu kırsalını insansızlaştırmış ve ormanların yağmalanmasına sessiz kalmıştır. Eroğlu doğanın seri katilidir. Bir katile ödül vermek ancak yine katliamcıların işi olabilir. Akdeniz Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi zaten daha önceki yıllarda doğayı katleden başka insanlara ödül vererek gerçek niyetini ortaya koymuştur. Bu ödülle merkez, adının içinde geçen hiçbir kelimeyle uyumlu hareket etmeyen bir yapı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu enstitüyü yönetenlerin Antalya çevresinde Bakan Eroğlu imzasıyla gerçekleştirilen dere katliamlarını yerinde görmelerini tavsiye ederim. O zaman yaptıkları hareketin ne kadar yüz kızartıcı olduğunu belki onlar da anlar.”
Mustafa Demir neye basıyor?
Gündeme geldiği günlerden bu yana her yönüyle tartışılan Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi’nde bir garabet daha yaşandı. Tarihi yarımadadaki kültür mirasını korumakla yükümlü Fatih Belediyesi, arkeolojik araştırmanın devam ettiği proje alanında, ilk konutun temelini atarak inşaatı başlattı.
Sulukule’de İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin yürüttüğü bilimsel araştırma 22 Mart’ta başlamıştı. Yasal zorunluluk gereği alanda bu çalışmayı yürütmesi gereken müze, henüz kazının planlaması aşamasında, projeyi yürüten kurumlar tarafından baskı görmeye başlamıştı. Çünkü proje sahipleri, alanın bölüm bölüm çalışılmasını arzu ediyor ve müzenin, kazısını bitirdiği alanlarda ivedilikle inşaata başlamak istiyordu.
Ancak arkeoloji bilimi, proje sahiplerinin dileğine karşı çıkıyordu. Çünkü bir alanın bilimsel amaçla kazılıyor olması, bütünlük gerektiriyordu. Toprağın altından hangi derinlikte ne çıkacağı belli değildi. Kazının bittiği var sayılan bir alanın, yakındaki alanlarda buluntular çıkmasıyla tekrar araştırılması, gerekirse daha derine inilmesi gerekebilirdi.
Kazının nerede, ne kadar devam edeceğine karar veren kurum ise araştırmayı yürüten Arkeoloji Müzeleri değil, alandan sorumlu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, kentsel dönüşüm alanları için kurulan özel ismiyle Yenileme Kurulu’ydu. Müze, kazı sonuçlarını bu kurula iletiyor, kurul söz konusu alanla ilgili kararını veriyordu.
Bu uzunca açıklamadan sonra bugün arkeolojik araştırmanın tamamlandığı var sayılarak Fatih Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ve Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından inşaat başlatılan alanla ilgili nasıl bir karar alınmış olduğunu beklemeliyiz? Yenileme Kurulu, müzenin gönderdiği sonuçları değerlendirerek proje yürütücülerine “burada bilimsel çalışma sona erdi, inşaata başlayabilirsiniz” demiş olmalıydı, değil mi?
Ama Yenileme Kurulu, böyle bir karar almadı.
Ya alandaki kültürel mirası korumakla yükümlü Fatih Belediyesi, nasıl olup da inşaata başladı?
Mustafa Demir: “Sulukule'de kazı yapmak zulüm”
Belediye Başkanı Mustafa Demir gün boyunca gerek kürsüden, gerek basın mensuplarıyla yaptığı konuşmalarda, Sulukule’de her şeyin yasal sürece uygun yürüdüğünün altını çizdi. Bununla da kalmadı. “Dünyanın hiçbir yerinde imar projeleri, tarihi kalıntılar nedeniyle iptal edilmez” dedi. Kendini tutamadı, arkeologların insan gücüyle kazdıkları açmaları göstererek “Bakın, inilebilecek en alt seviyeye indik. Buradan bir şey çıkma ihtimali sıfır! Burada kazı yapmak, zulümden başka bir şey değil.”
Gelgelelim başkan, şanssız bir günündeydi. Çünkü bu açıklamaları yaptığı noktanın birkaç metre uzağında, hem de temeli atılan inşaatın hemen arkasında, sözlerini çürüten en canlı kanıt bulunuyordu. Bunlar, Sulukule’ye ismini veren tarihi su ishale hattının kalıntılarıydı. İlk bakışta göze çarpmıyordu. Çünkü önüne, görünmesini engelleyen kalıp demirleri yerleştirilmişti.
HaberVs muhabirleri Mert Oynargül ve Görkem Keser’in görüntülerini kaydettiği bu kalıntıları uzmanlara gösterdik. Ve olasılıkla 18. yüzyılın ortasına tarihlenen Osmanlı künkleri olduğunu öğrendik.
Mustafa Demir yine bugün “Dünyada ilk kez moloz atımını bile arkeologlar eşliğinde yaptık” diyordu. Birden fazla yanlışı bir arada bulundurmayı başaran bu kısacık açıklama bile, arkeolojik eserlerin neden böyle bir muamele gördüğünü anlamak için yeterli. Görünen o ki, Osmanlı 18. yüzyıl eserleri, moloz muamelesi bile görmüyordu. Kaldı ki Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, 13 Ocak’ta (yani henüz bilimsel kazı başlamamışken) yaptığı basın açıklamasında, çok miktarda arkeolojik buluntu içeren hafriyatın, iş makineleri tarafından temizlendiğini duyurmuştu.
Sorun elbette sadece demir kalıplarla gizlenmeye çalışılan Osmanlı künkleri değil. Baskı altında devam eden bilimsel araştırmanın başlangıç evresinde bile, Helenistikve Romadönemlerine tarihlenen buluntulara ulaşıldı. Belediye Başkanı, Sulukule’de ayağını bastığı yere baksa, “hiç yok” diye iddia ettiği çanak çömlek parçalarını kolaylıkla görebilir.
Bugünkü Sulukule’yi de içine alan Lykos Vadisi’ndeki tarihi eserleri araştıran ve arkeolojik sit ilan edilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na başvuran Sanat Tarihçisi Derya Nüket Özer, bu türde bir alana nasıl yaklaşılması gerektiğini şu sözlerle anlatıyor: “Sulukule’de Helenistik buluntulara rastlanması çok çarpıcı. Ama arkeoloji sürprizlere hazırlıklı olmak demektir. Çünkü arkeolojik alanda bildiklerinizin ötesinde bilmediklerinizi, tahmin etmediklerinizi beklemek durumundasınızdır.”
Bildiğim kadarıyla Mustafa Demir diş hekimi. Bugün üzerine beton döktüğü ve yürüdüğü alandaki arkeolojik eseri bilmesi, tanıması beklenmeyebilir. Ama en azından sorup öğrenebilir, saygı gösterebilir. Çünkü sekiz yıldır ayağının altındaki “molozlarla” dünyanın merkezi olmuş bir ilçenin belediye başkanlığını yürütüyor.
Çünkü İstanbul’da tiyatro şart!
İstiklal Caddesi dün, 16 ülkenin genç tiyatrocularının işgali altındaydı. Avrupa Üniversiteleri Tiyatro Şenliği için İstanbul’da bir araya gelen yüzlerce genç, Atlas Pasajı’nın önünde başlayıp Tünel Meydanı’nda sona eren müzikli, danslı bir yürüyüşle şenliğin resmi açılışını yaptı. 16 Mayıs’a kadar devam edecek bu festivalde 51 oyun, Devlet Tiyatroları salonları, Nişantaşı Rüştü Uzel Lisesi ve garajistanbul’da ücretsiz izlenebilecek.
2008’de İstanbul, 2009’da Türkiye üniversiteleri arasında düzenlenen Tiyatro Şenliği, bu yıl Türkiye’den 36, Avrupa’dan 14 ve Japonya’dan bir üniversitenin tiyatro topluluklarının katılımıyla uluslararası nitelik kazandı. Japon tiyatro grubu Kaki-Kuu-Kyaku, 2010’un Türkiye’de Japon Yılı olması nedeniyle davet edildi. Koordinasyonunu İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetmenliği’nin üstlendiği şenlikte oyunların yanı sıra, bir sempozyum ve 15 atölye çalışması da gerçekleştirilecek.
Dün saat 16:00’da Atlas Pasajı önünde toplanan genç tiyatrocular, yürüyüşlerine Kent Orkestrası Bandosu’nun müziği eşliğinde başladı. Erol Günaydın, Müjdat Gezen, Haluk Bilginer, Gazanfer Özcan, Adile Naşit gibi Türkiye tiyatrosunun ölmez isimlerinin maskelerini takan gençler taşıdıkları “tiyatro şart”, “inadına tiyatro” ve “barış içinde hayat” gibi dövizlere, aynı içerikteki sloganlarla eşlik ettiler. Kortej Tünel’e vardığında, meydanda onları bekleyen Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi bölümünün “Post-Modern Orta Oyunu” isimli performansı sergiledi. Performansın sonunda şişirdikleri balonların üzerine sorular yazan oyuncular, bu balonları izleyicilere dağıtarak yine yazılı olarak cevaplamalarını istediler. Gösterinin sonunda, izleyicilerin cevapları yüksek sesle okundu ve balonlar, meydanda gerili iplere asıldı.
Festival Programı
İstanbul Bilgi Üniversitesi Bilgi Sahnesi
“DEDİLER…’’
Yer: Devlet Tiyatroları (DT) ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 17.30
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tiyatro Topluluğu
“BİR CEZA AVUKATININ ANILARI’’
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 17.30
National Technical University of Athens (NTUA) Theatre Team (YUNANİSTAN)
“CLOSER’’
Yer: DT KÜÇÜK SAHNE
Saat: 20.00
4 Mayıs Salı
Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Bölümü Tiyatro-Oyunculuk Anasanat Dalı ‘
“KUVAYİ MİLLİYE’’
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 17.30
University of Ljubljana Academy of Theatre, Radio, Film and Television(SLOVENYA)
‘’CORRIDOR’’
Yer: DT ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 17.30
Academy of Performing Arts Theatre Mala Scena VSMU Theatre Faculty (SLOVAKYA)
‘’QUATTRO FORMAGGI’’
Yer: DT ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ
Saat: 20.00
Kaki-Kuu-Kyaku (JAPONYA)
“THE HEAVY USER’’
Yer: DT KÜÇÜK SAHNE
Saat: 20.00
İstanbul Üniversitesi Psikoloji Oyuncuları (İÜPO)
“ASİYE NASIL KURTULUR”
Yer: RÜŞTÜ UZEL SAHNESİ
Saat: 15.00
Gaziantep Üniversitesi Tiyatro Topluluğu
“ZİYARETÇİ”
Yer: DT ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 17.30
Drama School of Estonian Academy of Music and Theatre (ESTONYA)
“THE GHOST IN THE MACHINE”
Yer: DT ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ
Saat: 20.00
6 Mayıs Perşembe
Atatürk Üniversitesi Deneme Sahnesi Topluluğu
“İLK ATEŞİ YAKSINLAR”
Yer: DT ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 17.30
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sahne ve Görüntü Sanatları Oyunculuk Bölümü
“BEN ANADOLU”
Yer: RÜŞTÜ UZEL SAHNESİ
Saat: 17.30
University of Vienna, Theater, Film, Media studies daskunst (AVUSTURYA)
“I CALL YOU TOMORROW! ICH MELDE MICH MORGEN! YARIN SENİ ARARIM! ZAVOLÁM TI ZAJTRA! TA LEME AWRIO!”
Yer: DT ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ
Saat: 20.00
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Deneme Topluluğu
“VERİMSİZLER”
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 20.00
Universidade da Beira Interior Teatr’UBI (PORTEKİZ)
“MARCA’DOR”
Yer: DT ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 17.30
Maltepe Üniversitesi Oyunculuk Bölümü
“BİLDİRİM”
Yer: DT ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ
Saat: 20.00
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Anasanat Dalı
“KRAL ÖLÜYOR”
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 20.00
8 Mayıs Cumartesi
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları Bölümü
“HAYVAN ÇİFTLİĞİ”
Yer: DT ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 15.00
The Paisii Hilendarski University of Plovdiv University Theatre (BULGARİSTAN)
“DUEL”
Yer: DT ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ
Saat: 17.30
Ruhr Universität Bochum Studiobühne (ALMANYA)
“BLAUBART – HOFFNUNG DER FRAUEN”
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 20.00
İstanbul Teknik Üniversitesi Timis Oyuncuları – Öğrenci Grubu
“ÖLÜ CANLAR”
Yer: DT ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 17.30
Marmara Üniversitesi Ada Dans Tiyatrosu Topluluğu
“KESİTLER”
Yer: RÜŞTÜ UZEL SAHNESİ
Saat: 17.30
ODTÜ Oyuncuları
“KAFKAS TEBEŞİR DAİRESİ”
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 20.00
Amsterdamse Hogeschool voor de Kunsten (HOLLANDA)
“WACHT EVEN !”
Yer: DT ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ
Saat: 20.00
10 Mayıs Pazartesi
Fırat Üniversitesi Tiyatro Kulübü
“GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM”
Yer: DT KÜÇÜK SAHNE
Saat: 17.30
Akdeniz Üniversitesi Tiyatro Topluluğu
“BÜYÜK ROMULUS”
Yer: RÜŞTÜ UZEL SAHNESİ
Saat: 17.30
Université de Neuchâtel Groupe de Théâtre Antique (GTA) (İSVİÇRE)
“ORESTES”
Yer: garajistanbul
Saat: 20.00
Erciyes Üniversitesi Etak Deneme Sahnesi
“TİTANİK ORKESTRASI”
Yer: DT KÜÇÜK SAHNE
Saat: 17.30
Anadolu Üniversitesi Özdüşüm Oyuncu Atölyesi
“CİMRİ”
Yer: RÜŞTÜ UZEL SAHNESİ
Saat: 17.30
University of Arts, Belgrade Department of Acting, Faculty of Dramatic Arts (SIRBİSTAN)
“THREE IN ONE”
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 20.00
İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu
“FİL ADAM”
Yer: garajistanbul
Saat: 20.00
12 Mayıs Çarşamba
Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu
“GERÇEK MÜFETTİŞ HOUND”
Yer: RÜŞTÜ UZEL SAHNESİ
Saat: 15.00
Ordu Üniversitesi Tiyatro Kulübü
“YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ”
Yer: DT ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 17.30
Dicle Üniversitesi Tiyatro Topluluğu (DÜNİT)
“SEZUAN’IN İYİ İNSANI”
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 17.30
İstanbul Kültür Üniversitesi Tiyatro Topluluğu
“ABDÜLCANBAZ”
Yer: DT ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ
Saat: 20.00
Bahçeşehir Üniversitesi Müzikal Topluluğu
“AĞIR ROMAN”
Yer: garajistanbul
Saat: 20.00
Doğuş Üniversitesi Doğuştan Oyuncular
“ONİKİNCİ GECE”
Yer: DT ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ
Saat: 17.30
Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü
“BİR YAZ GECESİ RÜYASI”
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 17.30
University of Pécs Janus University Theater (MACARİSTAN)
“THE GOSPELS ACCORDING TO MÁRK”
Yer: ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 20.00
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü
“YALANCI”
Yer: garajistanbul
Saat: 20.00
14 Mayıs Cuma
Sabancı Üniversitesi Oda Tiyatrosu
“EVET İSTİYORUM”
Yer: DT ÜSKÜDAR STÜDYO
Saat: 17.30
University of Pisa Laboratorio di Arte Scenica Sant’Andrea/I Sacchi di Sabbia (İTALYA)
“DON GiOVANNi Di W. A. MOZART”
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 17.30
Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü
“ORKESTRA”
Yer: DT ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ
Saat: 20.00
Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları
“GÖZBAĞI”
Yer: garajistanbul
Saat: 20.00
Kafkas Üniversitesi Tiyatro Kulübü
“YOLUMUZU BULALIM”
Yer: RÜŞTÜ UZEL SAHNESİ
Saat: 15.00
Universite de Liège Theatre Universitaire Royal de Liège (BELÇİKA)
“AKADEMİYE BİR RAPOR!”
Yer: DT CEVAHİR 2
Saat: 17.30
Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Topluluğu
“ORGONLAR, TARTUFFELER ve DİĞERLERİ”
Yer: DT KÜÇÜK SAHNE
Saat: 20.00
Uludağ Üniversitesi Oyuncuları
‘’1/Nerede 2/Ayak Parmakları 3/Önder’’ (Kısa Oyunlar)
Yer: RÜŞTÜ UZEL SAHNESİ
Saat: 20.00
16 Mayıs Pazar
Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Bölümü
“KAFATASI”
Mekan: DT CEVAHİR 2
Saat: 17.30
Celal Bayar Üniversitesi İktisat Oyuncuları
“İKİ KİŞİLİK HIR GÜR”
Mekan: DT KÜÇÜK SAHNE
Saat:20.00
Gazi Üniversitesi Tiyatro Akademi
“YALANCININ RESMİ”
Mekan: DT CEVAHİR 2
Saat: 20.00
Meneviş Tozak– Görkem Keser– Hikmet Karahasan
Sahibinden kelepir kitap
“Güler yüzle insanları bilgilendirmek” sloganıyla yola çıkan Kelepir Kitap çeşitli ve ucuz seçenekleriyle kitapseverlerle buluşuyor. İstiklâl Caddesi üzerindeki kitapçının Sahibi Serkan Özburun, ucuza kitap satarak hem korsan satışların önüne geçmeye çalıştıklarını hem de okuma alışkanlığını arttırmayı hedeflediklerini belirtiyor.
Aynı zamanda yazar, yayıncı editör ve çevrimenlik de yapan Özburun, Kelepir Kitap olarak genç ve kariyerinin başındaki yazarların okuyucularla ulaşmasına yardımcı oluyor.Kaktüs yayınlarının da sahibi olan Serkan Özburun burada imkanları doğrultusunda bir çok yazara şans tanıdıklarını belirtiyor. Yazarlık ve editörlük yaptığı için okuyucunun isteklerini çok iyi anladığını belirten Serkan Özburun diğer kitapçıların yüksek fiyatlara kitap satmasını da eleştiriyor.
“ Buraya sadece kitapçı demek doğru olmaz biz bir kültür merkeziyiz” diyerek diğer kitapçılardan farkının altını çizen Serkan Özburun, Osmanlıca,Farsça ve Rusça dersler verdiklerini ve bunda her hangi bir kâr beklentilerinin olmadığını belirtiyor. Öte yandan Özburun “Kaybolan Meslekler”, adlı kitap serisini , belgesele dönüştürmenin en büyük hayallerinden biri olduğunu belirterek bu konuda çalışmalara başladığını dile getiriyor.
Özburun, okuma alışkanlığının az olmasını siyasi yönetimlere bağlayarak, gerekli kültür politikaları izlenmediği sürece bu alışkanlığın artmayacağını söylüyor…
Yazarların en büyük sıkıntısının, kendilerinden alınan lüks vergisi olduğunu savunan Özburun bu uygulamanın da değiştirilmesi gerektiğinin altını çizyor…
Kelepir Kitap’tan kitap alan bazı müşteriler, ucuza kitap satışının korsan kitap satışlarının önüne geçeceğini düşünürken, bazıları ise yeni çıkan kitap fiyatlarının çok yüksek olmasından ötürü korsan kitap satışlarının süreceğini düşünüyor.
Margaret Moth
“Somali’deki doğum günlerimizi, Irak’daki gündoğumlarını, Tibet’in zirvelerini, Kongo Nehri’nde yüzüşümüzü ve Champs-Elysées’de paten yaptığımız zamanları düşününce hâlâ gülümsüyoruz. Gülüşlerimiz, sıradışı hayatlarımızdan geriye kalan anılarımızı, kameranın arkasında yaşadığımız hayatın en samimi anlarını yansıtıyor.”
CNN Internationalkameramanı Cynde Strand, 21 Mart’ta ölen meslektaşı Margaret Moth’un ardından www.cnn.com’da bunları yazıyordu. Sadece CNN’deki çalışma arkadaşları değil, dünyanın saygın haber kuruluşlarında çalışan birçok gazeteci, Afganistan’dan Bosna’ya, Irak’tan Gürcistan’a omuz omuza görev yaptıkları Moth’u yazılarıyla uğurladı. Özellikle de kadınlar… Ülkesinin ilk kadın haber kameramanı olan Moth, erkeklerin egemen olduğu bir alanda hemcinslerin neferi olmuştu. Savaş muhabirlerinin, daima saçlarına uyumlu siyah makyajı ve giysileriyle hatırladığı bu güzel kadın, silahların gölgesinde de olsa güçlü duruşundan ödün vermemişti.
Moth’la birlikte kadın haberciler idollerini, İstanbullular ise bir “hemşeri”sini kaybetti. Hayatının son yıllarını CNN’in bölge ofisinde görev yaptığı İstanbul’da geçiren Moth bu kente, öldükten sonra küllerinin getirilmesini isteyecek kadar bağlıydı.
1951’de Yeni Zelanda doğumlu Moth, yaşam tarzına erken yaşlarda karar vermiş gibiydi. İlk kamerasını sekiz yaşında edindi. Gerçek adı Margaret Wilson’dı. “Evlenene kadar babamın ismini, evlendikten sonra da kocamın ismini taşıyorum. Neden kendi adım olmasın” diyerek soyadını Moth olarak değiştirdi (bu ismi, paraşütle atladığı Tiger Moth modeli uçaktan esinlenerek almıştı). Ama aile yaşantısına hiçbir zaman ilgi duymadı, evlenmedi. Kendini, dünyanın zor coğrafyalarında görev yapan şanslı azınlık içinde görüyordu: “Milyoner bile olabilirsiniz, ancak yine de bizim gittiğimiz yerlere gidemezsiniz” diyordu kendisiyle yapılan bir söyleşide. 1983’te Amerika’ya geldi ve 1990 yılında CNN’e geçene kadar Teksas’daki KHOU’da (Amerikan CBSTelevizyonu’nun Houston’daki iştiraki) çalıştı.
Margaret Moth, Lübnan’dan Güney Afrika’ya kadar dünyanın pek çok yerinde yaşanan savaşlarda gönüllü olarak görev yaptı. Koyu siyah saçı ve makyajı, bazen beraber uyuduğu postalları ve her zaman siyah giyinmesi ile kendine has bir stili vardı. Hangi şartlar altında olursa olsun her sabah erken kalkıp saçını, makyajını düzeltmesi ve kilosundan her zaman şikayetçi olması da, güçlü görüntüsü altında aslında bir kadın olduğu gerçeğindendi.
Gürcistan Savaşı’nda birlikte çalıştığı CNNmuhabiri Stefan Kotsonis, Moth’u şöyle anıyor: “Eylemleri izliyorduk. Daha sonra yönetimi devirmek isteyen silahlı göstericiler halkın üzerine ateş etmeye başladı. Ben bu sırada otele gittim. Bir süre sonra bütün muhabirler de otele döndüler. Birine neler olduğunu sorunca aldığım yanıt, ‘Ateş başlayınca hepimiz arabaların arkasına geçip saklanmaya çalıştık. Kameramla beraber eğilmiş otururken birden üstümde bir gölge gördüm. Kafamı kaldırıp baktığımda Margaret ayağa kalkmış, gayet sakin ve korkusuzca silahlı adamları çekiyordu’ oldu. Muhabir bunları anlatırken elleri titriyordu”.
Hayatını değiştiren olay ise 23 Temmuz 1992’de Saraybosna’da yaşandı. Onu ve iş arkadaşlarını taşıyan, üzerinde büyük harflarle “TV” yazan haber aracı bir keskin nişancının hedefi oldu. Moth çenesinden vuruldu. Çenesini, dişlerini ve dilinin bir kısmını kaybetti. İleride o günü şöyle anlatacaktı, “O anda sakin olmam ve bilincimi kaybetmemem gerekiyordu. Eğer bilincimi kaybedersem nefes almayı bırakacaktım, bunu biliyordum.” Amerika’ya dönüp, hastaneye yattığında kendisini ziyarete gelen arkadaşları, yüzünün tamamı bandajlı olan Margaret’ın tanınmayacak halde olduğunu söylüyorlar. Bandajlar ve yaraları yüzünden konuşamayan Moth arkadaşları ile yazışarak anlaşıyordu. Sorduğu sorulardan biri de “Do I look like a monster” (canavara mı benziyorum) idi. Saraybosna’da geçirdiği ilk ameliyatlarda hepatit C kapmıştı. Ancak bundan da kurtulmayı başardı. Bir düzineden fazla ameliyattan sonra CNN’in karşı çıkmasına rağmen 1994’te Saraybosna’ya kendi isteğiyle döndü. Kendisi için endişelenen arkadaşları ise onun ne kadar mutlu olduğunu görüce endişelerini bir kenara bırakmak zorunda kaldılar.
Yıllar sonra “Seni vuran keskin nişancı ile karşılaşırsan ne yapardın” diye sorulduğunda cevabı, “Sanırım sadece beni görüp mü vurdu yoksa rastgele açılan bir ateşte mi vuruldum diye merak eder ve bunu sorardım. Sinirlenmezdim. Çünkü savaşan iki taraf arasına girdiğinizde bunun sonucunda da olanları kabul etmeniz gerekir. Sonuçta biz onların savaşının ortasına girdik ve bu yüzden onları suçlayamam” oldu. Hayatının son yıllarına kadar o savaşların ortasına girmekten vazgeçmedi.
Üç yıl önce kolon kanseri olduğunu öğrendi. Ancak hayata duruşu kadar, hastalığa duruşu da sağlamdı. CNN muhabirleri Christiane Amanpour ve Joe Duran’ın da söylediği gibi hayatını dolu dolu yaşamıştı ve yaşadığı hiçbirşey için pişmanlık duymamıştı. Arkadaşlarının korkusuz olarak tanımladığı Margaret, cesareti ve işine olan aşkı sayesinde Indira Ghandi’nin ölümünden, Körfez Savaşı’na kadar pek çok tarihi olayı takip etme şansını yakaladı.
Moth’un İstanbul’daki görevini devralan Joe Duran, meslektaşı ve 20 yıllık arkadaşını “Margareth tarihin bir parçası olmak istedi ve bunu başardı” sözleriyle anıyor.
HaberVs, kamerasıyla yakın tarihin en büyük insanlık dramlarına tanıklık eden Margareth Moth’u hatırlayan Türkiye’deki tek yayın organı oldu. CNNİstanbul muhabiri Joe Duran’la, Moth’un Yeniköy’deki evinde bir araya geldi. Moth’un görüntülerini HaberVsile paylaşan CNN International’a ve Moth’un evini ilk kez bize açan Joe Duran’a teşekkür ediyoruz.
Başkan Farsakoğlu’ndan Kınalıada cevapları
İstanbul Kınalıada’da üç plaj tesisi ve bir restoran 19 Nisan sabahı Kıyı Kanunu’nu ihlal ettiği gerekçesiyle, bir önceki hafta ise birçok gecekondu tapusuz olduğu için Adalar Belediyesitarafından yıkıldı. HaberVskamerasına konuşan tesis yetkilileri, evraklarına bakılmadan, tebligat gönderilmeden işyerlerinin yıkıldığını iddia etmişlerdi. Yıkım sonrasında Adalar Belediyesi Başkanı’nın orada olduğunu ama hiç kimsenin görüşemediğini söyleyen işletme sahipleri, kendi seçtikleri bir kişinin kendilerine başkanlık yapmadığından yakınmışlardı.
22 Nisan günü, öğlen saatlerinde Kınalıada’dan gelen yaklaşık 25 gecekondu sahibi, Büyükada’daki Belediye binasında Başkan’la görüşmek istedi. Bunun üzerine meclis salonunda bir bilgilendirme toplantısı düzenlendi. Kanunu açıkça ihlal eden gecekondu sahiplerinin çoğu hatasının farkındaydı, çünkü hiçbirinin ruhsatı yoktu. Kınalıada sakinleri, kendi deyimleriyle “70 yıldır burada yaşamalarına rağmen”, evlerinin neden şimdi yıkıldığına anlam veremiyordu.
Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, herkese tebliğ gönderildiğini belirterek, gecekondu sahiplerine yıkım haberinin önceden verildiğini dile getiriyor. Buna rağmen yıkım esnasında gecekondularda yaşayan insanların evlerinin yıkılmadığını belirtiyor. Farsakoğlu, bazı yurttaşların üçer tane gecekondularının olduğuna, bunlardan birinde yaşayıp, ikisini kiraya verdiklerine dikkat çekerek böyle bir duruma müsade etmeyeceklerini vurguluyor. Farsakoğlu, gecekondudan başka barınacak yerleri olmayan insanların evlerinin yıkılmayacağını da özellikle belirtiyor.
Mustafa Farsakoğlu, toplantıdan sonra HaberVs’nin, kaçak iskele, yıkılan tesisler ve gecekondular hakkındaki sorularını cevapladı. Başkan, adalardaki iskelelerin üzerinde sorumluluklarının olmadığını, tek yetkilinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi olduğunu belirtti. Farsakoğlu, Büyükşehir Belediyesi’nin 1 Nisan tarihli “Kaçak iskeleye Adalar Belediyesi izin verdi” açıklamasına da tepkili:
“Biz sadece Kooperatif İskelesi’nin üzerine geçici tente yapılmasına izin verdik ama onlar iskele yapımına müsaade ettiğimizi söylüyorlar!”
Kıyıda tesisleri yıkılan işletmecilerin evraklarının olmasına rağmen, ne yazılı ne de sözlü tebliğ yapılmadan işyerlerinin yıkıldığına yönelik iddialarına ise Başkan Farsakoğlu, bu ruhsatları önceki yetkililerin gayri resmi yollarla verdiğini ve bu belgeleri düzenleyenler hakkında da hukuk mücadelesi başlatıcaklarını belirtirtiyor. Farsakoğlu, tesis sahipleri ve Kınalıada Muhtarı Hüseyin Şahin’in aksine, yazılı ve sözlü tebliğ yaptıklarını, hatta muhtara bile haber verdiklerini ifade ediyor. Farsakoğlu ayrıca bu yapıların gecekondu konumunda olması nedeniyle tebligat gönderilmeden de yıkılabileceğini savunuyor ve bu alanlara tek bir çivinin bile çakılmasının mümkün olamayacağını söylüyor.
Yıkılan tesislerin sahipleri “Buralar kimlere peşkeş çekilecek, bundan sonra ne olacak merak ediyoruz” diye soruyor. Farsakoğlu bu konuda emin konuşuyor: “Halk plajı yapılacak, belediye tarafından işletilecek” diyor. Ada halkının ücretsiz, dışarıdan gelenlerin ücret karşılığı faydalanacağı bu plajların eskisi gibi yüksek fiyatları olmayacağını söylüyor. “Bu projeyle istihdam ve belediyeye gelir sağlayacağız. Bununla beraber kimi tesisler spor tesislerine dönüştürülecek” diye ekliyor.
Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu, yıllar önce inşa edilen yapıların kanun gereği yıkıldığını söylerken, birden fazla kanunu ihlal ederek yapılan motor iskelesinin sorumluluğunu ise hiç almıyor. Topu tamamen Büyükşehir Belediyesi’ne atan Farsakoğlu, Adalar belediye binasının bile kaçak olduğunu, üzerinde yapılan projelerin usulsüz olduğunu belirterek tartışmayı daha da ilginç bir noktaya taşıyor.
İskele yerinde, Kınalıada yerle bir
İstanbul Kınalıada’da üç plaj tesisi ve bir restoran, 19 Nisan sabahı kıyı kanununu ihlal ettiği gerekçesiyle yıkıldı. Belediye’nin yıkımları haber vermeden yaptığını iddia eden bu işletmeciler, uzun yıllardır hizmet veren tesislerinin ruhsatlı yapılar olduğunu savunuyor.
Kınalıada’da Büyükşehir Belediyesi ve Adalar Belediyesi’ni karşı karşıya getiren “kaçak iskele” sorunu henüz çözülmemişken, adalılar dün sabah güne iş makinelerinin sesiyle uyandı. Yıkımda kullanılan iş makineleri adaya Heybeliada çıkartma gemisiyle getirildi. Ayazma mevkiindeki Kamo’s Beach, Kumluk mevkiindeki Kumluk Beach ve Ülker Plajı ve merkezdeki Teos Restoran, ilçe belediye ekiplerinin nezaretinde yıkıldı.
Yıkım öncesinde ve sonrasında belediye yetkilerinin ilgisizliğinden yakınan işletmeciler, tesislerinin her türlü belgeye sahip olduğunu iddia ediyordu. HaberVskamerasına tapu senedini, işletme izini gösteren Ülker Plajı tesislerinin sahibi Ayla Aldemir tepkisini şu sözlerle dile getirdi: “Başkan yıkımdan sonra buraya geldi. Kendisine elimdeki belgeleri göstermeye çalıştım. Görevliler, beni başkanımın yanına yanaştırmadı. Benim seçtiğim başkanın yanına neden gidemiyorum”.
30 yıllık tesisinin bir tebligat bile göndermeden yerle bir edildiğini söyleyen Kumluk Beach’ın sahibi Fatih Bozbıyık “Madem kaçaktı, neden bu kadar yıl beklendi, neden ruhsat verildi” derken, binaları boşaltma şansı bile bulamadıklarını ve toplam zararının 3 milyon TL olduğunu söylüyordu.
Kınalıada’da kaçak olduğu gerekçesiyle yıkılanlar sadece turizm amaçlı işletmeler değil. 16 Nisan’da gerçekleşen ilk yıkımlarda, gecekondu niteliğinde olduğu var sayılan 10’dan fazla evin de yıkılmış olduğu göze çarpıyor. Seslerini duyacak bir muhatab bulamamaktan yakınan Muhtar Hüseyin Şahin, mağdurların biraraya gelerek bir heyet oluşturduğunu ve haklarını yargı yoluyla arayacakları bilgisini veriyor.
Adalar Belediyesi Başkanlığı, iddialarla ilgili görüşmek isteyen HaberVs muhabirlerine, haberin yayına girdiği saate kadar cevap vermedi. Belediye, geçtiğimiz ay gündeme gelen “kaçak iskele” inşasıyla ilgili olarak Büyükşehir Belediyesi’yle karşı karşıya gelmiş, her iki taraf, iznin diğeri tarafından verildiğini savunmuştu. Büyükşehir Belediyesi 1 Nisan’da yayınladığı basın açıklamasında, tartışma konusu iskelenin 15 Mart’ta tespit edildiğini ve yasal işlemlerin 15 gün içinde yapılması için Adalar Belediyesi’ne tebliğde bulunduğunu belirtmişti.
Büyükşehir Belediyesi’nin tebligatta belirttiği 15 günlük sürenin sona ermesi üzerine HaberVs Adalar Belediyesi’yle iletişime geçmek istemiş ancak bu girişimine de cevap alamamıştı. HaberVs, iskele konusundaki gelişmeleri öğrenebilmek ve yıkımlar hakkındaki iddiaları açıklığa kavuşturabilmek için Adalar Belediyesi’nin cevabını bekliyor.
2010’dan dileğim Hasankeyf
Baraj projesinin gündeme geldiği 1997’den bugüne Hasankeyf’le yatıp kalkıyoruz. Gelgelim Dicle nehri üzerine yapılmak istenen bu anlamsız projeye karşı giderek yükselen sesler, açılan davalar, Hasankeyf’i dünya üzerinde daha bilinir kılmaktan başka bir işe yaramıyor. Şimdilik.
Çevre kuruluşları, geçen geride kalan 15 yıllık dönemde Ilısu Barajı’nın ilerlemesini iki kez durdurmayı başardı. Baraj için gerekli krediyi sağlayacak Alman, Avusturya ve İsviçre kuruluşları, devletin “kültürel varlıkların korunması için gereken önlemleri aldığına, yaşam alanlarını yitirecek halkın mağdur olmayacağına, barajdan etkilenecek doğayı koruduğuna” ikna olmadı. Bunun için belirlenmiş 153 maddelik şartnamenin karşılanmadığını gördü. Şaşırtıcı değildi. Çünkü yukarıda sayılan şeylerin yapılıp yapılmadığına dair denetleme görevi, inşaat yüklenen müteahhit firmaya (Nurol İnşaatve ortakları) verilmişti.
Oysa Türkiye, 15 yıldır “eline yapışan” bu projeyi, kapı kapı dolaşmak yerine, kendi imkânlarıyla yapabilirdi. Neden yapmadı?
Gazeteci Metin Münir’in aktardığı bilgilere göre Çevre ve Orman Bakanlığı, barajı ihale açmadan yaptırabilmek için dış krediye yönelmiş ve bunun için Danıştay’dan karar çıkarmıştı. Nitekim Bakan Veysel Eroğlu’nun özel gayretiyle iş, Avusturyalı bir şirkete ve yukarıda ismi geçen Türk müteahhide verilmişti.
Temeli 5 Ağustos 2006’da atılan Ilusu Barajı’nın tarihi, bir projenin kaldıramayacağı kadar usulsüzlük, beceriksizlik ve “ben yaparsam olur” ile dolu. Hikâye uzun; ayrıntıları Metin Münir’in 19-22 Ağustos 2009’da Milliyetgazetesinde yer alan dört yazısından öğrenebilirsiniz.
Ancak son günlerde kamuoyuna yansıyan ve bu yazının da konusu olan gelişmelerden anlaşılacağı gibi işin “ben yaparsam olur” kısmında bir takım değişiklikler var. Artık Türkiye, -inşaat şirketlerinin baskısına rağmen- dünyaya kabul ettiremediği projeyi, “kendi öz kaynaklarıyla” yapmaya çalışıyor. Çevre ve Orman Bakanlığı, barajın ilerlemesi yönünde ilk güçlüğü açmış ve 1,2 milyar avroluk ilk krediyi sağlamış bulunuyor.
İşte çevre ve sosyal sorumluluk projeleriyle ön plana çıkan, Türkiye’nin en büyük guruplarına bağlı Akbankve GarantiBankasıda bu nedenle eleştiriliyor. Çünkü Hazine, baraj yapımı için kaynak talebiyle gelen DSİ’ye krediyi, bu iki bankadan sağladı. İsmi çok anılmayan ama diğer ikisine kıyasla daha çok kaynak aktardığı söylenen Halk Bankası da var.
Akbank ve Garanti, Alman, Avusturyalı ve İsviçreli finans kuruluşlarının işin içinde olduğu günlerden beri projenin finans kanadında -Türkiye adına- yer alıyor. Taahhüt edilen şeylerin yerine getirilmediğini gören yabancı yatırımcılar projeden çekildi. Ama Akbank ve Garanti çekilemiyor. Görünen o ki, bu iki özel bankanın hiçbir söz söylemediği bir ortamda devlete ait Halk Bankası’nın boynu da kıldan ince.
İşin iki özel bankaya kaldığının belli olduğu günlerde, ismini vermek istemeyen Garanti üst düzey yetkilileri “Söz verdik, dönemeyiz” diyordu. Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer’in bugün gazetelerde yer alan açıklamalarına bakılırsa Akbank da Ilusu’dan rahatsız. “Bankalar Hazine’ye kredi verirken, projenin içeriğine bakıp çevreye etkisini ölçemezler” diyor Dinçer, “Bu açıdan bakıldığında Ilusu son örnektir” diye devam ediyor.
Peki parayı verenin bakmadığına, parayı isteyen Hazine bakıyor mu?
Resim çok net: Yabancı yatırımcı “çevreye zarar veriyorsun, bölge halkını zor durumda bırakıyorsun” diyebilme hürriyetine sahip. Yıllarca uğraşarak oluşturduğu “çevreye duyarlı, sosyal sorumluluk projelerine açık” imajını bu projeye destek vererek komik duruma düşüren iki özel Türk bankası, bu özgürlüğe sahip değil.
10 bin yıllık “masal kent” Hasankeyf, bu “özgürlük ortamı”nda suya gömülüyor.
İlişikteki, Doğa Derneğitarafından yapılan video, “eli kolu bağlı” Garanti Bankası’nın, 2010 başında gösterime soktuğu reklamın Hasankeyf uyarlaması. Bir özel şirketin, hele de özel sektörün en büyük bankasının, imajını yine kendi reklamıyla küçülten bu uyarlama karşısında yargı yoluna başvurması da beklenebilir. Tabii anlatılan gerçeği göremeyecek kadar esaret altındaysa…
Gökhan Tan
Hayat karartan Toz
“Zincirin bir ucunda çağın popüler giysisi blue jean ve ünlü markalar, diğer ucunda tozlu kayıtsız atölyelerde ölümcül bir hastalığa yakalanmış hasta ciğerli insanların bedenleri duruyor. Taşlanan kotlar daha pahalı satılırken ciğerlere yapışan tozlarla işçinin hayatı sönüyor. Çok kısa bir süre içinde.” Bu cümleler, aslında çoğu insanın “blue jean” giyerken hiç bilmediği bir sorunu anlatıyor. Petra Holzer, Selçuk Erzurumlu ve Ethem Özgüven’in yönetmenliğini yaptığı Tozisimli belgesel ise bu cümlelerle sorunu gözler önüne seriyor.
Toz, kot kumlayan işçilerin yaşadıkları sıkıntıların yanısıra yakalandıkları sirkozis hastalığının hayatlarını nasıl ölümle kapladığını anlatıyor. Belgeselin yönetmenlerinden Ethem Özgüven, Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi’nin bir belgesel isteğinde bulunduğunu, fakat o zamana kadar işçilerin sıkıntılarını hiç bilmediklerini söylüyor. Hazırladıkları belgeselle ve komitenin de çabalarıyla Türkiye’de uygulanan kot kumlama sisteminin Sağlık Bakanlığı tarafından kısa bir süre önce yasaklandığını hatırlatan Özgüven, “Uygulanan sistem ucuz maliyetli ve hızlı olduğu için tercih ediliyordu, ama artık insanların hayatları üzerinden edinilen kâr sona ermiş olacak” diyor.
Çekimleri yaklaşık bir sene süren belgesel, 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde 17 Nisan Cumartesi saat16.00’daPera Müzesisinema salonunda izleyicileriyle buluşacak. Yukarıdaki ekrana tıklayarak filmden kısa bir bölüm izleyebilirsiniz.