Helsinki Yurttaşlar Derneği, Temmuz 2008’de “Yurttaşlık ve Milliyetçilik: Farkında mıyız?” başlığı altında gerçekleştirdiği yaz okulunun ardından, milliyetçilik meselesini daha geniş katılımcılarla tartışmak için İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde, “Milli Halimiz, Bugün ve Yarın” başlıklı bir panel düzenledi. İki oturum şeklinde gerçekleşen ve Murat Belge’nin açılış konuşmasını yaptığı konferansta Ümit Fırat, Orhan Gazi Ertekin, Ayşe Hür, Ali Bayramoğlu, Melek Göregenli, Levent Yılmaz, Alev Erkilet, Bülent Somay, Ferhat Kentel, Özlem Dalkıran, Mehmet Tarhan, Beyhan Sunal ve Cemil Ertem konuştu.
Panelin ilk oturumunda “milli hallerimiz”, ikinci oturumunda ise “milli hallerimizin geleceği” tartışıldı. Açılış konuşması yapan Murat Belge, Temmuz 2008’de Kocaeli Üniversitesi, Derbent Uygulama Oteli’nde gerçekleştirilen yaz okulu hakkında bazı bilgiler verdi: “Önce Balkan Ülkeleri’nden özellikle üniversite öğrencilerini biraraya getirmek amaçlı yaz okulları düzenledik. Çatışma bölgelerinden yerler seçtik, önce Kafkasya, Orta Avrupa, sonra Girit’te yaz okulları yaptık. Birarada yaşıyor bu insanlar ve birbirlerini tanıyorlar. Yunan Makedonyalıyla, Türk Ermeniyle, Bulgar Sırpla bir hafta, on gün süresince beraber yaşıyor, derslere giriyor, yemek yiyip eğleniyorlar. Bu panel de, bu yaz yaptığımız yaz okulunun son aşaması. Okul, Doğu-Batı, Türk-Kürt öğrencileri biraraya getirdi. Bu okula gidecekleri seçerken çok milliyetçi, ulusal bir dünya görüşü olan insanlar seçmedik. Hayata üst düzeyden bakabilen öğrenciler seçtik. Bu panelde de yaz okulundan alınanları buraya taşıdık.”
“Milli Adalet”
Hakim Dr. Orhan Gazi Ertekin
Panelin alt başlıklarından biri olan “milli adalet” üzerine konuşan Orhan Gazi Ertekin, milli adaletin bir itibar kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtti: “Milli adalet, 19. yy.’da anlamlı kılınan bir ideal olarak değerlendirilebilir. 19. yy, milli adaletin insanlara çok şey kazandıracağı üzerine kuruldu. ‘Adalet, ancak milli sınırlar içerisinde nefes alabilir’ anlayışıyla hareket edildi. Pascal, milli adaleti şu sözüyle çok güzel eleştirmiştir: ‘Sınırlarını, bir derenin belirlediği bir adaletin adil olduğu söylenebilir mi?’ Milli adalet böyle bir şeydir. Sınırın bir tarafında türban takabiliyorken, diğer tarafında takamıyorsunuz.”
Ertekin, milli adaletin aynı zamanda zararının da olabileceğini şu örnekle açıkladı: “Bir gün, bir kadın programında, tamamı milli tatlılarla dolu olan bir masanın başında bir diyetisyen değerlendirme yaparken, ekmek kadayıfını gösterdiklerinde, ‘Bu bir milli cinayettir’ dedi. Milli adalet de aynen böyle bir şeydir. Milli cinayete dönüşebilir. Kalorisi çok olursa, bir zaman sonra size zarar verebilir. Şu an da, öyle bir hale geldi ki, bir şehidin karşılığı artık dört Kürttür.”
“Milli Coğrafya”
Ayşe Hür
Tarihçi ve Taraf gazetesi yazarı Ayşe Hür, “milli coğrafya” başlığı altında konuştu. Hür, Osmanlı Devleti’nde, milli sınırlarımızı tarif ederken Misak-ı Milli, Sevr ve Lozan antlaşmalarının önemli olduğunu söyledi: “Misak-ı Milli, sınırları rasyonalize etmek ve milli coşkuları arttırmak için imzalanmış bir antlaşma. Sınırlarımızı esnetebileceğimiz duygusu veriyor. Sevr ise bir paranoya yarattı. ‘Bölünüyoruz, parçalanıyoruz’ korkusu, zihnimizde de bir sınır oluşturuyor.”
Sınırların yeni yer alımlarıyla tekrar tekrar çizildiğini ise şu sözleriyle anlattı:”Kıbrıs, önceleri hiçkimse tarafından bilinmiyordu. Çok sonraları bizim sınırlarımıza girdi. İkinci harekattan sonra yüzde 36’sı alındı ve sınır tekrar çizildi. Daha sonra Hatay sınırlarımıza girdi. Hatay’ı alırken Musul’u bırakmak zorunda kaldık. Musul, Kürt nüfusu fazla olan bir yerdi. Mustafa Kemal’e de yoğun Kürt nüfuslu bir yerle uğraşmak zor geldi sanırım. Hatay ise Arap ağırlıklı bir ildi. Hatay’ı aldıktan sonra sınır tekrar çizildi. Batı Trakya sınırı da, Meriç Nehri’nin yatağına göre birçok kez çizildi. Ege Adaları meselesi ise hala tartışılıyor.”
Hür, değişen yer isimlerine de değindi: “İsim meselesi çok önemli bizde. Alınan yerlerin, insanların belleğini silmek için adları hep değiştirildi. Örneğin, İstanbul’a artık Konstantinopolis diyemezsiniz, Diyarbakır’a Amed, Tunceli’ye Dersim diyemezsiniz.”
Kürt araştırmacı, yazar Ümit Fırat da, “Biz isimleri değiştirerek bir tarih yarattık” diyerek Hür’’e destek verdi.
Doç. Dr. Levent Yılmaz
İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Levent Yılmaz, “Milli Tarih” başlıklı konuşmasında, Türkiye’deki tarih-tarihçi olgusunu şu sözleriyle eleştirdi: “Milli tarih, esasında çok doğrular üzerine oturmuyor. Bir havuzun içinde, doğru ya da yanlış bir tarih yazıyorsunuz. Aynı havuzun içinde debeleniyorsunuz. Biri ‘Ermeniler 1915’te katledildi’ derken, diğeri ‘Hayır’ diyor. Ama dönüp de, Ermeni Soykırımı tarihçesini araştırmıyorsunuz, böyle bir araştırma yok. Aynı sistemin bir parçası olarak işliyorsunuz.”
“Milli Hassasiyet”
Prof. Dr. Melek Göregenli
Sosyal Psikolog Prof Dr. Melek Göregenli, “milli hassasiyet” ile ilgili şunları söyledi: “Bizim milli hassasiyetimizle ilgili bir sorunumuz var. Bu kavramdan bize ait, tartışılamaz bir şey olarak bahsediyoruz. Bu sorgulayamama nasıl meşrulaştırılıyor? Çoğunluk tarafından kabul edilir gösteriliyor. Sahte söz birliği, bir kavramın tartışılmaz olmasına yol açıyor. Sınıflararası, dinler, milletlerarası hiyerarşiyi gözden uzak tutmaya ve meşrulaştırmaya yarayan hakim bir ideoloji bu. Milli olanla, gayrimilli olanı birbirinden ayırıyor. Biz bunun davranışsal boyutunu, şiddete dönüştüğünde kullanıyoruz.
Burada, “milli refleks” denen bir kavram ortaya çıkıyor. Davranışsal olarak, tamamen milli hassasiyet yüzünden ortaya çıkan bir hareket. Tahrik olduğu zaman, milli refleks uyanıyor ve kötü bakmaktan öldürmeye kadar gidebiliyor. İsyan, katliam, kültürel-politik-davranışsal olarak susturma, korkutma, tek tip hale getirme çabası var. Ama bu durum bir tek bizde böyle değil. Bizden daha demokratik olarak bilinen Amerika da, 11 Eylül sonrası bizimle aynı refleksleri gösterdi.”
“İnternette milli hassasiyetler üzerine araştırma yaparken, faşit bir sitede, ‘Hassasiyet Bölgelerimiz’ diye bir başlık gördüm. Milli hassasiyetlerimiz şu şekilde sıralanmıştı: Atasözleri ve deyimlerimiz, gazi ve şehitlerimiz, örf ve adetlerimiz, Mehmetçik ve terör, Ermeni soykırımı. Bu maddeler aşağıda daha da açılmıştı: Şehitlerimizden kalan son anı mektupları, Türk-İslam ülküsü, Mehter Takımı ve Fatih Marşı, Türklerle ilgili başkaları tarafından söylenmiş sözler ve 7 Kurşunla İstiklal Marşı.”
“Yaptığım çalışmalarda, orduya güven İzmir’de 10 üzerinden 9 iken, Diyarbakır’da bire düşüyor. İçgüdüsel olarak bir güvenme ihtiyacımız var. Sürekli darbe yapan, korkunç bir güç ordu. Güvenilen bir şey mi, yoksa korkulan bir şey mi, bu da çok tartışılır. Bir polisle, bir askerden daha rahat konuşabiliyoruz. Ordu güven sağlıyorsa, buna alternatif olan siyasettir. Biz yeni yeni başladık eleştirel siyaset yapmaya. ‘Biz’ dilinden çok çabuk kurtulmamız gerekiyor. İnsanların kendi siyasal iradesini ele alması, ordudan daha büyük bir güç olması gerekiyor.”
Ayşe Hür de, Melek Göregenli’nin sözlerini şu şekilde destekledi: “Polis, askere göre daha şeffaf. Ordu, daha izole toplumdan. Polisler daha içimizdeler, ordu ise hesap verir değil.”
“Milli Güvenlik”
Ali Bayramoğlu
“Milli güvenlik” kavramı üzerine konuşan Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Ali Bayramoğlu da şunları söyledi: “Milli güvenlik, otoriteleşmek için ortaya çıkan, yapısı gayet basit bir organizasyon tipidir. Latin Amerika’da, Arjantin gibi ülkelerde milli güvenlikten bir kopuş başlarken, 1980 darbesiyle Türkiye’de bunu tam tersi oldu. Milli bir özellik olarak güvenlik, hem toplumun bizzat kendisiyle ilgili, hem de devletin yapısıyla ilgili. Devlet ile siyaset arasında etkileşimden ziyade bir kopukluğun, hiyerarşinin olması milli güvenliği ortaya çıkardı. Bu ayrımın üzerine oturdu milli güvenlik. Milli güvenliğin içine baktığımız zaman, TSK var. TSK, mutlak bir özerkleşme ve aşırı merkeziyetçi bir yapı üzerine kuruldu. Bu yapı, devlet için üretilen bilgiyi yönetir. Bir de bunun toplum yönü var. Yapılan anketlerde, TSK en güvenilen kurum olarak yerini ve oy sayısını kaybetmiyor. TSK, artık talep edilen bir kurum. Aktütün olayında kaybedilen itibar puanı yalnızca 5 veya 6. Bunun da tam toplumlaşmamış olmakla ilgisi var.
Ortalama iki milyon Kürtün yaklaşık yarısı göçmendir. Anadili Türkçe olmayan Kürtlerdir. Ulus-devlet projesi başarılı oldu ve birçok Kürt Türkleştirildi ve ehlileştirildi. 150 yıllık öykü, bir gasp, bir servet edinme öyküsüdür. Ama aynı zamanda bir can, mal kaybetme öyküsüdür. Yerel halkla göçmenler arasında yaşanan gerginliği tarihçiler anlatmaktadır. Kürtlerle Türkler arasındaki tek ittifak Ermeni katliamıdır.”
Ümit Fırat, Bayramoğlu’nun bu cümlesine itiraz etti: “Kürtler, Türklerle Milli Mücadele sürecinde de birlikte hareket ettiler. Bu ittifak yalnızca bir kere değildir. Ama meclis açılırken Kürtlere bir şey sorulmadı. Dolayısıyla, Kürtler, TBMM sürecinde kurucu unsur olarak görmüyorlar kendilerini.”
Bayramoğlu, terörle ilgili olarak da şunları söyledi: “Bu çatışma ya sertleşir ya da tanışmaya doğru gider. Çatışma sadece devletle terör arasında değildir. Türklerle Kürtler arasındaki bir güvensizlik fikri üzerine kurulmuş bir çatışmadır.”
İkinci oturuma başlarken, Temmuz 2008’de gerçekleştirilen “Yurttaşlık ve Milliyetçilik: Farkında mıyız?” başlığı altındaki yaz okuluna katılan Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin en genç üyeleri olan öğrenciler, orada yaşadıklarını şu sözlerle dile getirdiler:
“İnsanların birarada yaşamaya gayret gösterdiği, birbirini tanıdığı, farklı görüşlerin birarada çok rahat tartışıldığı bir ortamdı. Kürt ve diğer kökenlerden arkadaşlarımız vardı. Önyargılamızın olduğunu orda öğrendik. Orada insanları sevmeyi, farklı bakış açılarıyla bakmayı öğrendik. Açıkça konuşamadığımız bazı tabuları rahatça konuşabildik, insanların acılarını paylaştık. Hayali olarak üretilen sınırların, insanlar için ne kadar anlamsız olduğunu öğrendik. Farklı üniversitelerden öğrencilerin olması, farklı katılımcı ve hocaların olması çok yararlı oldu. Sosyal anlamda, siyasette ve dinde milliyetçiliği tartıştık, eleştirdik.”
“Ulus Devletin Coşkusu Çağında Milliyetçilik”
Bülent Somay
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü öğretim görevlisi Bülent Somay, ulus kavramının tarifini ve ortaya çıkışını anlattı: “Millet tanımının içinde dil, din, ırk gibi bazı kavramlar var. Ama bunlar doğru ve kesin kavramlar değiller. Evrensel vergi, evrensel eğitim, evrensel askerlik olursa ulus olur. Herkes eşit vergi verecek, her erkek askere gidecek ve herkes aynı eğitimi alacak. 19. yy boyunca, Osmanlı devleti sadece evrensel askerliği yerine getirebildi, evrensel vergi ve eğitim yoktu. Milliyetçilik, kapitalizmin ideolojisidir. Sermayenin belli sınırları olması lazım. Dünyayla bu iş zor. Kapitalizm sınırları belli bir pazara ihtiyaç duydu ve bir ulus-devlet tanımı gerekti.”
Somay, milliyetçiliğin inanılmadan savunulan bir ideoloji haline geldiğini belirtti: “Milliyetçilik, bizden farklı olana kötü davranmamıza neden oluyor. İman nasıl yalan olduysa, din nasıl eskiye göre etkisini kaybettiyse, millet de o durumda. Milliyetçilik de böyle artık. Bir süre sonra kendimizi de inanmaya ikna ediyoruz. Milliyetçilik, kötülük etmenin bir gerekçesi oldu artık. Kürtler artık terör yapmadığı zaman ne yapacağız? Ulus-devlet ortadan kalkıyor. Milliyetçiliğin dayandığı zemin yok oluyor. Milliyetçilikten nasıl vazgeçeceğiz? Boşlukta koştuğumuzu fark ettiğimiz zaman. Keşke milliyetçilik yok olduğu zaman yerine insancıllığı koyabilseydik. Biz ona alternatif birşeyler geliştirmediğimiz zaman, yerini başka şeyler alacak. Bu sefer Kürtü terörist diye değil, Fenerbahçeli, Galatasaraylı diye öldüreceğiz. Milliyetçiliğin yerini alacak cemaat nedir? 19. yy sonu, 20. yy başında işçi sınıfını düşünüyorduk ama artık hiçbir şey düşünmüyoruz. Artık milletlerle değil, sınıflarla düşünmemiz lazım. Çünkü sınıflar; millet, ümmet gibi kötülük edecek cemaatler olamazlar.”
“Cemaatler ve Milliyetçilik”
Doç. Dr. Ferhat Kentel
İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim görevlisi Ferhat Kentel, cemaatlerin demokratik olduğunu şu sözlerle belirtti: “Cemaatin, tarihte de demokratik rol oynadığını düşünüyorum. En büyük direnişlerden birini gerçekleştirdi. Birtakım makro ideolojilere karşı bir hareket gösterdi. Homojenleştirici, aynılaştırıcı sürece karşı çıktı. Ancak, bir süre sonra, cemaatin içindeki hayat da durdu. İçinde totaliter, homojen bir yapı kurdu. Ama öyle kalmadılar. Onun içinden farklı bireyler çıktı. Birbirine karşı alternatif düşünme fırsatı sağlıyor bu da. Cemaat; daha sıcak, ailevi, geçmişine sahip çıkan bir şeydir.
Birtakım kurgular üzerimize işliyor. Biz buna karşı direniyoruz. Kendi içimizde bir dünya kurarak direniyoruz aslında. İnsanlar, gündelik hayatlarında birtakım alternatifler üretiyorlar aslında. Ancak, silahla geldiklerinde, insanların gündelik hayatı dışarı çıkamıyor. Bizim nasıl bir hayal üretmemiz lazım? Kapitalist toplumlarda, birtakım sınıfsal hareketlilikler vardı. Sınıflar ortadan kaybolmadı ama artık insanlar kendilerini sınıflarıyla ifade etmiyorlar, kültürel kimlikleriyle ifade ediyorlar. Sosyal bir hareket düşünmemiz lazım.”
“Yurttaşlık, Yurtsuzluk”
Özlem Dalkıran
Mülteciler meselesini ele alan Özlem Dalkıran da şunları söyledi: “Mültecilik meselesi, en başında ulus-devletin yarattığı homojenleşmeden kaynaklanıyor. Devlet, homojen bir yapı istiyor ve buna uyduğunuz sürece sorun yok. Ben Kürtüm, ben Hıristiyanım dediğinizde başlıyor sorun. İstenmeyen vatandaş, sadece devlet tarafından değil, toplum tarafından da istenmez. Bizim, Mültecilerin Sesi adlı dergimizde bir mülteci çok güzel bir şey söylemişti: ‘Mülteci, hayatını donduran, askıya alan kişidir.’ Yönetimden şikayet edip, farklı bir ülkeye giden insanlar, gittikleri ülkede de dışlanabiliyorlar. Örneğin, Türkiye’de, Avrupa’dan gelmemişse kabul edilmiyorlar. Avrupa’dan gelmiş olsa bile, dini, dili, rengi farklı olduğu için toplumdan dışlanabiliyorlar. Mültecilerin topluma entegrasyonları çok zor oluyor. Her yıl mülteci olarak yollara dökülen insan sayısı artıyor, ama onları kabul eden ülke sayısı azalıyor. Ciddi bir dengesizlik var. Örneğin, bugünlerde yeni yeni konuşulmaya başlanan ‘iklim mültecileri’ var. Geldikleri ülkenin iklimini beğenmeyip yollara düşen insanlar… İleride de en savunmasız olacak olan onlar. Bugünden çok daha kötü olacak durumları.”
“Milli olmak nereye kadar?”
Mehmet Tarhan
Türkiye’nin “vicdanı retçi” olarak tanıdığı ve LGBTT (Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Travesti, Transseksüel) Derneği’nde aktif olarak çalışan eşcinsel Mehmet Tarhan, “milliliği” cinsellikle bağdaştırdığı konuşmasında, milli olmayı şu şekilde ifade etti: “Milli olmak, bir erkeğin bir kadınla ilk beraberliği ardından erkeğe verilen bir unvandır. Aynı zamanda bir futbolcunun milli olması gibi bir kavram da vardır. Bu da bir topu kaleye sokmaktır. Bu ikisinin birbirinden hiç farkı yoktur. Milli olmak, erkeklere verilmiş bir unvandır. Ya bir erkek illa bir kadınla beraber olursa milli olur, ya da bir topu kaleye sokarsa. Günümüzde, milliyetçilikle beraber öne çıkan onur şeref, namus, haysiyet gibi kavramlar var. Milliyetçi olmakla bunlara sahip olunuyormuş gibi gösteriliyor.”
Beyhan Sunal
İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrenci danışmanlarından Beyhan Sunal, milliyetçiliğin teknolojiyle ilişkisini değerlendirirken, bilgisayarlar için ‘özgür açık kaynak yazılım hareketi’nden bahsetti: “Bilgisayar yazılımının lisanslanmasına karşı çıkan bir hareket bu. Ortak üretimi savunan bir grup. 1980’lerden beri faaliyet gösteriyor. İsteyen herkes bilgisayarlar üzerinden faaliyete katılabiliyor. Kimseye milliyeti, dili, dini sorulmuyor. Aralarındaki anlaşmazlıklar o ürün hakkında oluyor. Yazılımı beğenmiyorsa, gidip kendi yazılımını geliştiriyor. Bir zaman sonra o iki yazılım birleşebiliyor ya da biri yok olabiliyor. Ama bu durum Bill Gates için bir tehdit oluşturuyor.”
“Kapitalizmin Yeni Döneminde Milliyetçilik”
Cemil Ertem
Taraf gazetesi ekonomi yazarı Cemil Ertem, milliyetçiliği ve Amerika’daki kriz sonrası yaşanacakları şu şekilde anlattı: “Kapitalizm, milliyetçilikle devam etmeyecek. Bu kriz, kapitalizmin bir kabuk değişimi. Amerika, ulus-devlet hegemonyası son bulacak. Kapitalizm için büyük bir değişimdir bu. Ulus-devlet yok olunca, ulusal çerçeveden soyunarak, iki dev ortaya çıkacak. Eksen devletler ve uygulamalı yerel devletler. Eksen devletler; İran, Türkiye, İsrail gibi eski hiyerarşik devletten farklı devletler. Uygulamalı yerel devletler ise; Irak gibi ortadaki hegemonyaya bağlı hareket edenler. Milliyetçiliğin maddi zengini yok. Sınıf temelli bir mücadele olacak ileride. Sol, kendini yeniden tanımlayacak ve ifadesini yeniden düzenleyecek.”