Devlet için Taksim takıntısı fetiş mi?




Nur Niyaz Bildik
nbildik@medyakronik.com

Emek örgütlerinin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak istemesiyle başlayan gerilim, Hükumet, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü’nün tutumuyla doruğa çıkınca ortaya hepimizin tanık olduğu şiddet sahneleri çıktı. DİSK başta olmak üzere emek örgütleri için Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs kutlaması yapmak, 37 kişinin öldüğü 1977 1 Mayıs’ından sonra adeta sembol haline geldi. Sendikalar, Taksim’de kutlama yapma isteğini üç sene önce dile getirmişti. 2007 yılında ise bilfiil Taksim’e çıkmak istemiş ancak polis şiddetine maruz kalmışlardı.

Emek örgütleri 1 Mayıs kutlamalarını neden Taksim’de yapmak istediklerini her fırsatta dile getiriyor: Hemen her gerekçeyle kutlamalara mekan olan Taksim Meydanı’nın emekçilere de açık olmasını dile getiriyorlar. Özellikle 1977 katliamında ölenlerin anısına buraya gelmek istiyorlar.

AKP hükümeti dahil, son 30 yılın tüm iktidarları, darbe dönemindeki sıkıyönetim komutanları, valileri ve emniyet müdürleri için “emekçileri 1 Mayıs’ta Taksim’e sokmamak” hatta mümkünse hiç kutlatmamak neredeyse bir “fetiş” haline geldi.

1 Mayıs Taksim’de neden kutlanılamaz?
Neden böylesine fetişist yaklaşılıyor?

Bu soruları, 1977 olayları sırasında Taksim’de de bulunan kişilere sorduk.

Celalettin Can (78’liler Birliği Vakfı Başkanı): Hükümetin 1 Mayıs’a karşı tutumu takıntıdan öte bir şey. Bu işçiye, emekçiye karşı alınan bir tavırdır. Çok iyi hatırlıyorum ki Polis Bayramı da Taksim’de kutlanmıştı. Hatta Sertab Erener konser bile vermişti. Dolayısıyla hükümet Taksim’e karşı değil, işçiye, emekçiye karşı. “Aman burada kirli işlerini sergilemesinler” gibi bir bakış açısı var. Ve ne yazık ki bunu vahşice sergiliyor. Sadece işçiler değil normal insanlar bile oraya giremiyor. Düşmanlık bu ve bir refleks haline gelmiş. 1920’li yıllarda İngiliz işgali altındayken bile işçiler kutlama yapabiliyordu. Ancak bu hükümet işçi taleplerine karşı çelikten bir duvar ördü. Türban filan derken araya gaz bombaları girdi. İşçiye düşmanlık ve onların taleplerine kapalılık zaten vardı ama bu hükümetle birlikte durum daha da sertleşti.

Ertuğrul Kürkçü (Gazeteci):Benim buna iki türlü açıklamam var. Birincisi, 1 Mayıs’ta Taksim’de gösterilerin yasaklanması sağcı kamplaşmanın bir parçası ve oradan dünyaya bakılıyor. Bu 1980 sonrasından beri devam eden bir ruh hali. Solcu kesimin kentin merkezinde olmasına tahammülleri yok. İkinci açıklamam da daha konjonktürel bir yaklaşım. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması davasının devlet içindeki yansımasına yönelik yine AKP’nin bir gövde gösterisidir bu. AKP askerlere adeta 1 Mayıs’a onlar gibi yaklaştığını ispat etmek istiyor. Bu şu örneğe benziyor: Kendisi bir rakibini dövdükten sonra arkasındakilere dönüp nasıl dövüp dövmediğini sorgularcasına bakan bir bodyguardın haline benziyor bu. Merkezdekiler, devlet ne kadar sıkı olursa cumhuriyete o kadar sahip olunacağını gösteriyorlar. Bu da “yeşil sermayenin”, ya da tabir caizse “Anadolu Kaplanları”nın o çok palazlanmış kesimin emekçilerin “bir şey olduklarını” sanmalarına karşı takındıkları bir tutum. Aslına bakarsanız Başbakan’ın dili sürçmedi “ayak takımları” derken. Ayak takımının ayaklanması onun için kıyamet alameti gibi. Bu tamamen dini bir mistifikasyon. Dini egemenliğin bozulmasını istemiyor Başbakan. Hükümet özellikle DİSK ve KESK’e nefret besliyor. Bu iki sendikaya doğrudan karşı. Çünkü şu sıralar hükümet için en önemli yasaya karşılar. Sosyal Güvenlik Reformu Yasa Tasarısı’na karşı mücadele ettiler. Bu gericiliğin ve sınıf düşmanlığının ta kendisi. Bu olaylar tabii AKP’den başka şeyler bekleyenler için şaşırtıcı ama ben bunu öngörüyordum. Hiç şaşırmadınız mı derseniz doğrusunu söylemek gerekirse bu kadar arzulu olmalarından ve derslerine bu kadar iyi çalışmış olmalarından dolayı şaşkınım.

Celal Başlangıç (Gazeteci): Buna tek başına bir takıntı demek doğru değil, 1 Mayıs’a yönelik bir takıntı demek doğru olmaz. AKP iktidarının özgürlük anlayışı türbanla sınırlı, ayet okuma özgürlüğüyle sınırlı, imam hatiplerle sınırlı. Bunlar sadece kendine Müslüman demokrat. O yüzden sadece 1 Mayısa değil bütün özgürlüklere takıntıları var. Tıpkı 301 örneğinde yaşadığımız gibi. Genel anlamda özgürlük meselesini kavramış ve bunu içselleştirmiş değiller. Sadece kendi hayat haklarıyla ilgili kavramları gelişmiş. Bu da normal bir gelişim süreci aslında. Demokrasi kültürünün bu kadar eksik olduğu bir ülkede bu tür yol kazaları makul diye düşünüyorum.

Kürşat Bumin (Yazar): Şimdi bu konuda çeşitli yorumlar var. Bazıları, “Ne yapıyor bu kendi ayağına kurşun mu sıkıyor? Zaten zor durumda, kapatılması gündemde. Bir de bu toplumsal kesimi karşısına alarak kendisine iş çıkardı” şeklinde düşünenler var. Olmaması gereken bir sürü gazete bile 1 Mayıs’çı oldu bugün. Hürriyet var da önümde ona bakıyorum “polis devleti” diye başlık atmışlar sanki başka bir devlet istiyorlarmış gibi. Bir taraftan da şöyle diyenler var: “Bu, hükümete yapılır mı? Yani zaten başı sıkışık, bir de bu işi çıkardınız başına”. Hükümetin bu konuda idareyi iyi götürmediği muhakkak. Tabii ki önlemlerini alıp o 1 Mayıs kutlamasına izin vermesi lazımdı. Gerilimi tırmandırdı. AKP bir yanlış yapıyor ve ben nasıl yaptığını da anlamış değilim. Eğer ki bunu İstanbul Valisinin raporuna göre yaptıysa çok büyük bir yanlış tabii. Aslında yapması gereken önlemini alıp orada olaysız bir 1 Mayıs kutlanmasına izin vermekti ve şunu demeliydi: “Artık Türkiye böyle bir ülke, İstanbul, Taksim korkulacak yerler değil.” Bunu yapmadı.

Mehmet Bekaroğlu (Eski parlamenter): Burada bir takıntı olduğu doğru. Bu takıntıyı da Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ifade etti: “Devlete kafa tutulmaz, devlete baş kaldırana devlet gerekli cevabı verir.” Bu cümle bu takıntıyı bütün çıplaklığıyla özetliyor. Kafaya takılacak şey Adalet ve Kalkınma Partisi’ndeki, devletin baskısı altında olan bir siyasi partinin mensuplarının tepki almasıdır. Bu da iki şeyden kaynaklanıyor: kapıların arkasında böyle faşist bir devlet anlayışı var bir diğeri de Adalet ve Kalkınma Partisi bu otoriter, totaliter devlete hoş görünürsem ayakta kalabilirim, hayatiyetimi devam ettirebilirim psikolojisi var.

Aydın Engin (Gazeteci-Yazar): AKP Hükümeti iktidara geldiğinden bu yana hangi toplumsal yada siyasal olay yada sorun karşısında “farklı” bir tepki gösterdi yada tutum izledi de 1 Mayıs’taki tutumu “takıntı” olarak nitelenebilsin? Bence AKP, bu 1 Mayıs’ta kendisi ile, ideolojisi ile, varlık nedeni ile tamamen uyumlu bir rota izledi. Olsa olsa “Şiddetin, devletin zorba gücünün kullanımı neden bu kadar vahşi ve pervasızdı” diye sorulabilir. Sorunun yanıtın da çok karmaşık olmadığı kanısındayım. 1 Mayıs işçilerin, emekçilerin ve emekçilerin yanında saf tutan toplumsal kesimlerin örgütlülüğünün ya da örgütlü olabilme potansiyelinin de göstergesidir. Serbest piyasa tanrısına tapan, o tanrının peygamberi uluslarötesi sermayenin yolundan giden AKP’li mollalar için bu, ne pahasına olursa olsun yok edilmesi gereken bir “suç”tur.