Falcıya kim neden gider?


Türkiye son iki gündür İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın falcıya gittiği haberini konuşuyor. Ancak Hürriyet yazarı, Yılmaz Özdil’in Celalettin Cerrah’ı işaret eden ‘Fal’an filan’ başlıklı yazısına İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden yalanlama geldi. Yapılan açıklamada köşe yazısında yer verilen bilgilerin yalan olduğu, fal ve falcılara danışarak olay aydınlatmanın söz konusu olmadığı belirtildi.

HaberVs muhabirleri, İstanbul Emniyet Müdürü’ne kadar giden bu fal merakının nedenlerini ve sonuçlarını araştırdı Falcılara kim neden gidiyor? Ne umuyor, ne buluyor?

Yılmaz Özdil’in “Fal’an filan” başlıklı yazısından bir bölüm:

“Gazeteciliğe başladığım şehirde pek meşhur bir medyum var şu sıralar… Vergi levhalı, fişli faturalı, resmi yani… Elini eline koyuyorsun, gözüne bakıyor, başlıyor anlatmaya… İstersen geçmişten, istersen bugünden, istersen gelecekten.

Gelen gidenin haddi hesabı yok.

En son kim geldi biliyor musunuz?

Bir başka büyük şehrin, pek meşhur,

pek medyatik Emniyet Müdürü!

Peki, ne sordu?

Başı kesilen ve katili bir türlü bulunamayan kızcağız var ya… Onun akıbetini!

Medyumluk böyle bi şey işte…

Bulaşıcı.

Bakın, hangi emniyet müdürü olduğunu yazmadım ama, şak diye bildiniz kim olduğunu…”


İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklama:

02.06.2009 tarihli HürriyetGazetesindeki Yılmaz Özdil’in köşesinde “Fal’an filan…” başlığı altında Münevver Karabulut’un öldürülmesi olayının aydınlatılmasında, halk arasında falcı tabir edilen kişilere başvurulduğu şeklinde yalan bir habere yer verildiği görülmüştür.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü olayları pozitif bilim tekniklerinden yararlanmak suretiyle delilden sanığa giderek aydınlatmaktadır. Fal ve falcılara danışarak olay aydınlatılması asla söz konusu olamayacağı gibi İl Emniyet Müdürümüz Sayın Celalettin Cerrah’da son yedi yıl içerisinde İzmir iline gitmemiştir.

Ayrıca, Öncel Öziçer’in 27.05.2009 tarihli Yeni AsırGazetesinde yayınlanan köşe yazısında ileri sürdüğü, İstanbul Emniyet Müdürü’nün İzmir İlinde bir falcıya gittiği yalan haberi ile ilgili de avukatlarımız aracılığıyla yasal işlemler başlatılacaktır.

Gerçekle bağdaşmayan, suçlayıcı iddialara yer verilmesi objektif gazetecilik ilkeleri ile bağdaşmamaktadır.


Video haber:
Meryem Ayhan – Orçun Niş

İlk Kadıköy

Video: Müge Ergül – Gökhan Tünay

Salı Pazarı, sadece orta yaşı geride bırakanların hatırlayabildiği ismiyle Kuşdili Çayırı, Kadıköy’ün imar görmemiş son alanı. 1930’lardan itibaren burada kurulan, zamanla markalaşan ve ünü kent dışına taşan, gıda maddesinden ihraç fazlası tekstile her şeyin bulunduğu halk pazarı 2008’in son ayında Hasanpaşa’ya taşındı. Tümüyle boşalan alan İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından otopark olarak işletiliyor.

Ama İstanbul’un refah düzeyi en yüksek ilçelerinden birinin ortasındaki bu yaklaşık 50 bin metrekarelik “açıklık” ne pazar ne de otopark olamayacak kadar kıymetli. İştah kabartıyor. En az 30 yıldır projeler üretildiği, ancak bir türlü harekete geçilemediği ifade ediliyor. Bunca yıl sonra alanın “Kuşdili Çayırı Sabit Pazar, Kültür ve Rekreasyon Merkezi Kentsel Tasarım Projesi”yle imara açılmasını ise meslek örgütleri ve Kadıköylüler tepkiyle karşılıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Salı Pazarı hakkında yakın gelecekte alacağı karar Kadıköylüleri yakından ilgilendiriyor. Çünkü gerek Kadıköylülerin ve bilim adamlarının buradan önemli beklentileri var.

Sit alanında inşaat talebi

“Eski Kuşdili Çayırı”, 1981 yılında Bölge Koruma Kurulu tarafından doğal sit alanı ilan edildi. Bu karar yapılaşmayı engelliyordu. Yapılaşmanın önünü ise, Koruma Kurulu’nun alabileceği yeni bir karar açabilecekti. Büyükşehir Belediyesi bu amaçla ilk kez 2002’de 2 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’na başvurdu. Belediyenin getirdiği “Kuşdili Çayırı ve Çevresi Projesi” kurul tarafından beğenildi. Ancak projeyi sunan belediyenin yerine getirmesi gereken daha önemli bir şey daha vardı: Söz konusu yer bir sit alanı olduğu için, bölgeye özel bir “koruma amaçlı imar planı” yapılması gerekiyordu.

10 bin yıllık Kadıköylü
(Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi’nin basın açıklaması)

İstanbul’un en ünlü semt pazarlarından biri olan Kadıköy Salı Pazarı’nın bulunduğu alana İstanbul Büyükşehir Belediyesince ihale edilen “Kuşdili Çayırı Sabit Pazar, Kültür ve Rekreasyon Merkezi Kentsel Tasarım Projesi” Antik Dönem’in en önemli kentlerinden Kalkhedon üzerinde bulunmaktadır.

Kadıköy’ün Kuşdili Caddesi, Kurbağalıdere Caddesi, Söğütlüçeşme, Yoğurtçu Parkı civarı, Altıyol, Hasanpaşa, Çilek Sokak, Yeldeğirmeni, Rıhtım Caddesi gibi bir çok yerinde yapılmış olan kazı çalışmalarında Neolitik Dönem’den Roma Dönemi’ne kadar çok geniş bir zaman aralığına tarihlenen çok sayıda kültür varlığı ve dolayısı ile çok önemli arkeolojik bilgi elde edilmiştir.

Yapılması planlanan kültür ve rekreasyon merkezi inşaatı, Kadıköy ilçesi sınırları içerisinde sistemli arkeolojik kazılarla ortaya çıkartılmış Neolitik Dönem Fikirtepe yerleşmesine de oldukça yakın bir konumdadır. Arkeoloji literatüründe Fikirtepe Kültürü olarak adlandırılan, Marmara’nın ve İstanbul’un en eski yerleşik hayatına ilişkin çok önemli veriler sunan Fikirtepe, Kurbağalıdere’nin hemen kenarında yer almaktadır.

Ülkemizde sıkça rastlandığı gibi inşaat faaliyetleri başladıktan sonra alanın arkeolojik bakımdan önemi kamuoyunun dikkatini çekmektedir. Oysa bu kez henüz inşaat çalışmaları başlamadan, arkeolojik kazı yapma imkanı bulunmaktadır. Doğru bir projelendirme yapılarak ileriki uygulamalara örnek olma fırsatı kaçırılmamalıdır.

Derneğimiz çağdaş bir sivil toplum örgütü duyarlılığında, konuyu tüm ilgili ve taraflarına duyurmuştur.

Belediye koruma kurulunun kapısını 2006’da tekrar çaldı. Fakat koruma amaçlı imar planı yapılmadığı için kurul tarafından onaylanmadı.

Proje, 2007’de Mimar Hakan Kıran ve ekibi tarafından yeniden yapıldı. Kıran’ın çizdiği projede, alanın ortasında dev bir çadır içinde toplanan 1140 satış noktasının bulunduğu bir alışveriş merkezi ve bunun ortasında da 90 metre yüksekliğe sahip bir kule yer alıyordu. Proje 13 Haziran 2007’de Koruma Kurulu’na, Hakan Kıran’ın da katılımıyla sunuldu. Ancak tüm tartışmalara rağmen yine onaylanmadı.

Derken kurulun yapısı ve müdürü atamalarla değişti. İddiaya göre kurul içinde Büyükşehir Belediyesi’ne yakın üyelerin sayısı arttı. Ve Hakan Kıran’ın projesi 18 Temmuz 2007’deki toplantıda yeni imar planlarıyla birlikte kabul edildi.

Yeşil alan nerede?

Mimarlar Odası Anadolu Yakası Şube Başkanı Arif Atılgan bu gelişmeyi Eylül 2007’de arkitera.com’a şöyle yorumluyordu: “Sit alanı kararı bulunmasına rağmen Hakan Kıran’ın projesi, adeta koruma amaçlı uygulama projesi olarak kabul edildi. Alışveriş Merkezi kapladığı 12 bin metrekarelik alanla meydanın tamamını doldururken çayır ve koruluk vasfı nasıl korunabilecek?”

Mimarlar Odası, ayrı ölçeğe sahip koruma amaçlı iki farklı imar planının aynı anda ve aynı toplantıda kabul edilmesini kanunlara aykırı buluyor. Ayrıca Kuşdili Çayırı’nın, ilçenin ihtiyaçları göz önüne alınarak yeşil alana ayrılması görüşünde ısrar ediyor.

Büyükşehir Belediyesi’ne yaptığı başvurulara cevap alamayan Mimarlar Odası İstanbul Şubesi çareyi hukuk yoluna gitmekte buldu ve Kuşdili Çayırı’yla ilgili koruma amaçlı imar planlarının iptali için belediyeye iki ayrı dava açtı. Bu davalar devam ediyor.

HaberVs’ye konuşan Mimarlar Odası Kadıköy Şubesi’den Mehtap İnan, Büyükşehir Belediyesi’nin, Kuşdili Çayırı’ndaki alışveriş merkezi projesi ve koruma amaçlı imar planıyla ilgili değişiklikleri gündeme aldığı bilgisini veriyor. İnan “Konuyla ilgili tepkileri dile getirmenin tam sırası” diyor.

Arkeologlar: “Bilimsel kazı şart”

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi ise, Salı Pazarı’nın bugüne kadar hiç dile getirilmeyen farklı bir yönüne dikkat çekiyor. Arkeologlara göre bu alan, İstanbul tarihinin bilinen en eski buluntularını saklıyor. Fikirtepe gibi, yakın çevrede yapılabilen az sayıda arkeolojik kazı, Kuştepe Çayırı’ndaki buluntuların günümüzden 8 bin yıl öncesine uzandığını gösteriyor. Derneğin ikinci başkanı Gülbahar Baran Çelik’ın ifadesine göre antik kaynaklar, Kadıköy’e ismini veren Kalkhedon kentinin limanının Salı Pazarı’nın altında olduğunu ortaya koyuyor.

İşte, meslek örgütleri ve Kadıköylüler, Eski Kuşdili Çayırı’na yapılması düşünülen alış veriş merkezini protesto etmek için 16 Mayıs’ta Salı Pazarı’nda bir araya geldi. Buranın eskisi gibi yeşil alan haline getirilmesi için mücadele edeceklerini, sazlı sözlü bir etkinlikle dile getirdi.

‘Ölü şeğire oşgeldiniz’

Kentsel dönüşüm projesi kapsamında, İstanbul sur içinde çoğunlukla Roman vatandaşların oturduğu Neslişah ve Hatice Sultan mahallelerinin yıkımı Hafriyat Karaköy’de açılan “Sulukule’yi Aldılar Darbukamı Kırdılar” sergisine konu oldu.

Sergi, dünyanın en eski yerleşik Roman topluluklarından birinin, yüzlerce yıllık yaşam alanından ve sosyal çevrelerinden koparılarak, kent dışındaki (Arnavutköy’e bağlı Taşoluk beldesi) çok katlı binalara gönderilişini fotoğraflarla ve belgelerle anlatıyor. Projenin yürütücüsü Fatih Belediyesi ile kurulmaya çalışılan iletişim çabalarını belgeleyen dökümanlar, STOP girişimi tarafından hazırlanan alternatif kentsel plan, bölgede yapılan araştırmalar, basın taramaları ve videolar da yer alıyor.

Sulukule Platformu tarafından düzenlenen sergi 31 Mayıs’a kadar görülebilir.

Haber:Müge Ergül
Kamera:Gökhan Tünay

Ezidiler


Ortadoğu halkları Coğrafî ve kültürel olarak yakın olmalarına rağmen birbirlerini ya çok az tanıyor; ya da birbirlerinden habersiz yaşıyor. Bilinenler ise çoğunlukla önyargılardan, yüzeysel kanaatlerden ve eksik bilgilerden ibaret. Ezidilik de çok az bilinen, tek Tanrılı bir din.

Fotoğraf sanatçısı Hüsamettin Bahçe’nin 2005-2008 yılları arasında Kuzey Irak’ta çekmiş olduğu Ezidi fotoğrafları Beyoğlu, İstiklal Caddesi’ndeki Fototrek Fotoğraf Merkezi’nde sergileniyor.

1970’li yıllara kadar Türkiye’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nde yaşayan Ezidiler’in bugün Türkiye’de yaşayanlarının sayısı 500’e yakın. Ezidîler ayrıca Suriye, İran, Irak, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Almanya, Belçika ve Fransa’da yaşıyorlar. Ezidî dini ve kültürünü yansıtan fotoğraf sergisi 22 Mayıs’a kadar görülebilir.

Merve AkçayDuygu Furuncu

Yalvaç Ural’dan teneke oyuncaklar

Çocuk dergileri ve kitaplarıyla tanınan gazeteci Yalvaç Ural’ın düzenlediği “Yalvaç Ural Teneke Oyuncaklar Sergisi”, Rahmi Koç Müzesi’ndeki Fenerbahçe Vapuru’nda ziyaretçileriyle buluşuyor.
1910-2008 yılları arasında Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde üretilmiş oyuncakların yer aldığı, Yalvaç Ural Teneke Oyuncaklar Sergisi 14 Haziran’a kadar görülebilir.

Merve Akçay- Duygu Furuncu

Güvendikleri topraklara sergiyle döndüler

Tarih boyunca değişik nedenlerle kendi ülkelerini terk etmek zorunda kalarak Türk topraklarına sığınan siyasi liderler, krallar ve sanatçıların fotoğraflarının yanı sıra bilgi ve belgelerin de bulunduğu “Türkiye’ye Güvendiler” sergisi, santralistanbul’da açıldı. Sergide, Nazım Hikmet’in dedesi Konstantyn Borzecki (Mustafa Celalettin), Nazi Almanyası’ndan kaçan bilim adamları, Macar Kralı II’nci Ferenc Rakoczi, Polonyalı şair Adam Mickiewicz’e kadar pek çok devlet başkanı, politikacı, sanatçı ve ordu mensubuna ilişkin bilgi ve belge bulunuyor. Türkiye’nin İspanya Büyükelçisi Ender Arat’ın derlediği sergi, Bilgi Üniversitesi santralistanbul’da Mayıs sonuna kadar açık kalacak.

Nihai amaç müze kurmak

Türkiye topraklarında hüküm süren devletleri yönetenlerin, zor zamanlarında kucak açtığı sığınmacıların yeterince bilinmediğinden hareket ederek, “Türkiye’ye Güvendiler” sergisini derleyen Büyükelçi Arat, tarih boyunca Türkiye’ye göç edenler temasından hareketle Ankara’da bir müze kurmayı da amaçlıyor. Sergi fikri 1998-2002 yılları arasında Budapeşte ‘de büyükelçilik görevi sırasında aklına gelen Arat, Macarlarla ilgili dokümanları da bu sırada toplamış. Daha sonra yurtdışındaki büyükelçilikler vasıtasıyla bu ülkelerden gelen sığınmacıların envanterini çıkarttırmış. Ankara’daki Rusya Federasyonu ve Polonya temsilcileri gibi bazı büyükelçilikler de önemli katkılarda bulunmuş projeye. Arat, “Sığınmacıların çoğunun başından geçenlerin her biri bir film konusu. Onun için esas amacımız bu konuda bir müze açmak. Ne var ki müze açmak yıllar ve büyük masraflar gerektiriyor. Kısıtlı imkanlarımızla öncelikle sergiyi gerçekleştirmenin uygun olacağını, böylece ilk tohumun atılacağını, daha sonra müze üzerinde çalışılabileceğini düşündüm” diyor.

Yüzbinlerce insanın hikayesi

Daha önce ABD, İspanya ve Estonya’da gösterilen sergi, Medeniyetler İttifakı Forumu sırasında İstanbul’da liderlerin ziyaretine de açılmıştı. Yüzbinlerce insanın hikayesini görsel ve yazılı malzemelerle anlatan sergi; sözkonusu sığınmacıların Türk ve yabancı kamuoyuna tanıtılmasının ötesinde, bu insanların/toplulukların kimliklerinin, ülkelerini terk etme nedenlerinin, Türk topraklarında yaşadıkları sürelerin, ikamet ettikleri şehirlerin, evlerin, yaptıkları faaliyetlerin, bıraktıkları eserlerin, Türkiye’den ayrıldıktan sonra neler yaşadıklarının, haklarında yazılmış kitapların gün ışığına çıkartılabilmesi için tarihçileri ve araştırmacıları teşvik etmeyi de amaçlıyor.

“Devletime sığınanları asla geri vermem”

Padişah Abdülmecid’in fotoğrafının altında, “Tacımı veririm, tahtımı veririm, fakat devletime sığınanları asla geri vermem” sözlerine yer veren sergide, çeşitli millet ve dinden yüzbinlerce sığınmacının hikayesini anlatan görsel ve yazılı malzemeleri görebilirsiniz. Bunların arasında Macarlar, Polonyalılar, İsveç Kralı XII. Karl, Ukraynalılar, Ruslar, Abazalar, Çerkezler, Romenler, Kırım Tatarları, Gürcüler, Azeriler, İranlılar, Afganlar, Kazaklar, Kırgızlar, Cezayirliler, Tunuslular, Yunanlılar, Kürtler yanında Museviler de bulunmakta. Sergiyi gezerken, Albert Einstein’ın Mustafa Kemal Atatürk’e yazdığı mektuba ya da Polonya milli şairi Adam Mickiewicz’in oturduğu evin Dolapdere’ nin karanlık sokaklarından birinde bulunması gibi pek çok şaşırtıcı hikayeyle karşılaşmak mümkün.

Nazım Hikmet’in dedesi de güvenmişti

Sergiye eşlik eden katalogda birbirinden ilginç anekdotlar bulunuyor. Bizzat adı geçen sığınmacıların, yakınlarının veya tarihçilerinin anlattıklarından bazıları şöyle:

*
Polonya’nın işgaline karşı 1848 Ayaklanması’na önderlik eden grubun içinde yer alan Konstantyn Borzecki, önce Fransa’ya sonra Osmanlı’ya sığındı. Müslüman olup Mustafa Celaladdin adını alan Borzecki, Ömer Lütfü Paşa’nın kız kardeşiyle evlendi. Hasan Enver Paşa oğlu, şair Nâzım Hikmet ise torunu.

*Alman filolog Prof. Dr. Traugott Fuchs iki vasiyette bulundu: “Beni İstanbul’da defnedin, eserlerim de Türkiye’de kalsın, bir sergide teşhir edilsin.”

*
Troçki, 1924’te Lenin’in ölmesinin ardından Stalin ile giriştiği iktidar mücadelesini kaybetti. 1929’da Türkiye’ye sürüldü. Troçki 1933’e kadar İstanbul’da, Büyükada’da oturdu.

*
Macarların Atatürk’ü diyebileceğimiz Lajos Kossuth’un anılarında, “Türkiye’nin bugün ve istikbalde mevcut olması Avrupa’nın ve insanlık aleminin yararınadır” diye yazdı.

Taksim Meydanı?

Yazı:Gökhan Tan
Video Haber:
Gökhan Tünay-Hilal Özdemir

Kurgu: Ertan Önsel

Haberle birlikte yayınlanan fotoğraf, büyük olasılıkla 1960’lardaki bir Cumhuriyet Bayramı kutlamasına ait. (1969’da açılan Atatürk Kültür Merkezi’nin inşası devam ediyor ve bugün ismi The Marmara olan Intercontinental Oteli henüz ortada yok).

Fotoğraf, son yıllarda en çok 1 Mayıs’larda gündeme gelen Taksim Meydanı ve İstanbul’da “meydan” diye andığımız alanlarla ilgili önemli bir belge. Çünkü bir meydanın, o kentte yaşayan insanların kullanımı için var olması gerektiğini belgeliyor. Bugün yoğun araç trafiğine sahne olan, meydan içindeki ve çevresindeki yollar da insanlarla dolu. Gerçek bir meydan gibi.

Kent plancıları meydanların yaya trafiği odaklı ve çevresindeki işlevlerle birlikte planlanması gerektiğini dile getiriyor. “Her açık alan meydan değildir” diyen Şehir Plancıları Odası İkinci Başkanı Yrd. Doç. Dr. Hülya Yakar Taksim’in, meydan fonksiyonu gören bir alan olarak nitelendirilemeyeceği görüşünde örneğin.

İstanbul Valisi Muammer Güler’in 1 Mayıs kutlamaları sonrasında yaptığı açıklama Hülya Yakar’ı doğruluyor. Güler, o gün yaptığı basın toplantısında, eskiden miting ve kutlamalar için kullanılan Taksim ve Beyazıt meydanlarının artık bu işler için uygun olmadığını, meydanların kapanmasının tüm kenti felce uğrattığını ve bu tür etkinlikler için yeni alanlara ihtiyaç olduğunu söylüyordu.

Vali haklı. Çünkü İstanbul trafiği, insanları, toplanma mekânları olan meydanlara ulaştırmak için değil, tam tersine meydanlar araç trafiğini ve ulaşım sorununu çözme alanları olarak kullanıldı. Yani trafikten muaf olması gereken yegâne alanlar, çıkış ve çözüm noktası haline getirildi. Meydanda insana yer kalmadı.

Kentin açık alanları bugün öyle anılsa da, gerçek birer meydan olma şansını yitirdi. Motorlu araç trafiğine, köprülere, otobüs duraklarına, belediyelerin tanıtım ofisleri gibi işlevi tartışmalı yapılara, kısacası yayaların kullanımı hariç her şeye terk edilmiş durumda. Durum tam bir felaket. 30 yıl öncesine kadar meydan görünümüne daha yakın olan Aksaray, Mecidiyeköy, sadece ismiyle yaşayan Okmeydanı, Eminönü tanınmaz halde. Düşünün ki kentin en eski meydanı Sultanahmet’te (At Meydanı) bile turist taşıyan otobüsler ve diğerleri, belediyeye gelir kazandırma karşılığında park edebiliyor.

Devletin 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na “makul” kalabalık sipariş etmesi boşuna değil. Çünkü o kalabalık İstanbul’da meydan şansını yine o devletin sığ kentçilik anlayışla yitirdi.

Anadolu’nun Elleri

Gazeteci Nazım Alpman, Anadolu’nun çeşitli yerlerini dolaşarak “Ustadan Çırağa, Dededen Toruna Anadolu’nun Elleri” isimli kitabı kaleme aldı. Nar Photos fotoğraf ajansından Tolga Sezgin’in çekimlerini gerçekleştirdiği kitabın fotoğrafları da Fotografevi Allianz Galerisi’nde geçtiğimiz günlerde sergilendi.

Alpman’ın Ahlat, Afyon, Bartın, Beykoz, Buldan, Bursa, Denizli, Devrek, Diyarbakır, Gaziantep, Görece, İznik, Mardin, Midyat, Milas, Mudurnu, Safranbolu, Şanlıurfa ve Tavas olmak üzere Anadolu’nun farklı bölgelerinden 15 el sanatı ustasını yansıtan kitabında toplam 48 fotoğraf yer alıyor. Kitapta gümüş, demir, boncuk, semer, lüle taşı, yemeni, tekne, çini, bakır, dokuma, baston, kalay, halı, taş ve keçe ustalarının üretim süreçleri ve ürünleri fotoğraflarla anlatılıyor. Kitapta ayrıca, ustaların hayat hikayeleri ve sanatlarına ilişkin bilgiler de yer alıyor.

Şiddete karşı bitpazarı

Bilgi Açık Kapı tarafından düzenlenen ve geliri Mor Çatı ve Umut Sokak Çocukları Derneği’ne aktarılacak olan “Şiddete Karşı Bitpazarı” bu yıl ikinci kez tezgâh açtı. Santralistanbul’da tokadan oyuncağa, kitaptan giysiye yüzlerce ürün, kadına ve çocuğu karşı şiddeti önlemek için çalışan onlarca gönüllü gencin açtığı kermeste satışa çıkarıldı.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ayten Zara Page ve 55 öğrencisinin özverileriyle düzenlenen kermes, şiddet ve travma konularında halkı bilinçlendirme çalışmalarının sadece bir parçası. Bilgi Açık Kapı, cinsel istismar, fiziksel, cinsel ve duygusal şiddet konularında toplumu bilgilendirme amacıyla bu konuda çalışan dernekler ve sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği yaparak, onlara hem bilgi-beceri bazında, hem de ekonomik olarak destek sağlamayı hedefliyor.

Gelir Mor Çatı ve Sokak Çocukları Vakfı’na

Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin kendi ekonomik kaynaklarını kendilerinin oluşturduğunu, ekonomik kaynak olmadığı için hayata geçirilemeyen birçok proje olduğunu vurgulayan Ayten Zara Page “Biz bir taraftan kendi bilinçlendirme çalışmamızı yapmak için ihtiyaç duyacağımız ekonomik desteği bulabilmek, hem de sivil toplum örgütlerine ihtiyaç duyduğu ekonomik desteği sağlayabilmek için yapabileceğimiz en iyi şeyin bit pazarı olduğuna karar verdik. Kullanmadığımız eşyaları getirerek bir bitpazarı oluşturduk. Geçen sene yaptığımız bitpazarının geliri olan bin 780 lirayı Van Kadınlar Derneği’ne bağışlamıştık. Bu yıl ise geliri Mor Çatı ve Umut Sokak Çocukları Derneği’ne aktaracağız. Kaynağın bir kısmı İstanbul Bilgi Üniversitesi bünyesinde çalışan Çocuk Çalışmaları Birimi’ne gidecek” dedi. Ekonomik ve sosyal anlamda çok hoş destekler aldıklarını vurgulayan Page, “Şiddete karşı bitpazarı” adıyla tepeden tırnağa, giydikleri çoraptan saçlarına taktıkları tokaya kadar her şeyleriyle şiddete karşı oldukları mesajını vermek istediklerini söyledi.
Psikoloji bölümündeki çoğu öğrencinin bu proje için canla başla çalıştığını belirten Psikoloji Bölümü yüksek lisans öğrencisi Hejan Epözdemir, bölüm, hatta üniversite dışından pek çok kişinin bağış yapmak için başvurduğunu söyledi. Amacın sadece yardım için para toplamak olmadığını, verilmek istenen mesajın öneminin altının çizilmesi gerektiğini vurguladı. Kermesin asıl temasının şiddet ve travma olduğunu belirten Epözdemir, şiddete dair bir farkındalık kazandırmak istediklerini söyledi.
Her yıl kermeste satılmayan ürünler bir depoya konuluyor ve bir sonraki yıl yeni eklenen ürünlerle beraber satışa çıkarılıyor. Bağış yapmak isteyenler yıl boyunca http://bilgiacikkapi.com/ adresinden Ayten Zara Page ve Bilgi Açık Kapı ekibiyle iletişim kurabilirler.

Ahırkapı denize taştı


Ahırkapı’daki hıdrellez kutlamaları 10. yılında, semtin dışına çıkarak sahilde yapıldı. Mekan Ahırkapı Parkı’ydı. Geçen yıllarda Cankurtaran semtinde sokak aralarında yapılan şenlik, izdiham sebebiyle bu parka alındı ve birçok yenilik getirildi. Kuponla çalışan yiyecek-içecek istasyonları, biri büyük olmak kaydıyla beş ayrı konser platformu ve hıdrellez ruhunu yansıtacak birçok ayrıntı: Renk renk çaputlarla süslü dilek ağaçları, dilek sahiplerinin dilek kağıtlarını attıkları birkaç dilek çeşmesi, ‘Baryam’la ayısı’, ‘Kamilin melekleri’ gibi karakterlere bürünerek hatıra fotoğrafı çektirebileceğiniz panolar. Surlar ve Bukaleon Sarayı ışıklandırılmıştı. Parkı hınca hınç dolduran binlerce insan bu dekor eşliğinde, kendini hıdrellezin ve Roman müziğinin coşkusuna kaptırdı. Canlı müzikler saat 19:00 gibi başladı. Buzuki Orhan’ın ana sahnedeki performansı sona erdiğinde saat 00:30’u gösteriyordu. Sürekli renkleri değişen ışıklar tarihi yapıları masalsı bir havaya büründürmüştü. Gecenin sonuna doğru kutlama alanının hemen yanından atılan havai fişekler, eğlenenlerin üzerine bir yağmur gibi yağdı.

Hızır’ın günü
Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanıyor. Bu gün, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan’a denk geliyor. İsmi, Hızır ve İlyas adlarının birleşerek halk arasında hıdrellez şeklini almış.

Hıdrellezin’in Mezopotamya ve Anadolu kültürlerine ya da İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültürüne ait olduğuna dair inanışlar var. Büyük kentlerde daha az görülmek kaydıyla Anadolu’da ve Trakya’da kasaba ve köylerde hâlâ yaygın kutlanıyor. Evinler temizleniyor, temiz kıyafetler giyiliyor. Yemekler yapılıyor. Hızır’ın temiz olamayan evlere uğramayacağına inanılıyor.

Hıdrellez kutlamaları daima yeşillik, ağaçlık alanlarda, su kenarlarında, bir türbe ya da yatırın yanında yapılıyor. Baharın taze bitkilerini ve taze kuzu eti ya da kuzu ciğeri yeme hıdrellez adetleri arasında. Bunların şifa getireceğine inanılıyor.

Hıdrellez gecesi Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere feyiz ve bereket vereceği inancıyla çeşitli uygulamalar yapılıyor. Yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakmak, ev, araba gibi şeyler ya da eş, çocuk isteyenlerin,istediklerini andıran şekilleri herhangi bir yere çizmeleri bunların en yaygınları.

Kaynak: hıdrellez.org


Metropol mozaiği

Dün akşam Ahırkapı sahilinde birlikte eğlenen binlerce kişi, dokuz senedir kutlanan bu şenliğin mayasının tuttuğunu ve sivil inisiyatifle ortaya çıkmış bu girişim artık hıdrellez markası olduğunu gösteriyor. Her kesimden, hemen her tipte insanı görmek mümkündü. Afrikalı gençler Romanlara taş çıkartacak şekilde göbek atıyorlar, başka hiçbir festivale annesiyle gelemeyecek olan üniversiteli gençler anneleriyle karşılıklı içiyor, oynuyor, pahalı bir gece kulübüne uygun giyinmiş yüksek topuklu kadınlar, basmalarını giyip gelmiş Roman kadınlarla yan yana eğlenebiliyordu. Konu göbek atmak, oynamak, halay çekmek olunca sınıf ayrımı kalmıyor.

Kupon krizi

Binlerce insanın aynı anda eğlendiği mekanda tabii ki bazı sorunların yaşanılması kaçınılmazdı. Yiyecek içecek almaya yarayan kuponların satıldığı çadırlar ve tuvaletler önündeki bitmek bilmeyen kuyruklar gibi. Ama kupon almak için en az bir saatini vermiş insanların bile, içki stokunun bitmesiyle ellerinde kuponlarıyla kalakalması üzücüydü. Gecenin sonunda bira ve şarap sıkıntısı çeken kalabalığa sanatçılardan da destek geliyordu. “Lütfen içki sıkıntısını çözelim arkadaşlar” diyorlar sahneden. Büyük bir alkışla destekleniyorlardı.

Her şeye rağmen Ahırkapı’da hıdrellez, yeni mekânına uyum sağlamış gözüküyor. Elbette bazılarımız eskiden Cankurtaran sokaklarında, Roman kemancısı, tamburcusuyla bir dolaşıp dans edenlerin, kaldırımlarda ateş yakarak üzerinden atlayanların görüntülerine ve evden eve yayılan kutlamaları özleyebilir. Ancak her geçen yıl sayısı artan kalabalık o sokaklara sığmaz, mekân darlığı nedeniyle “oynanamaz” hale gelmişti.

Yazı: Ali Can Demirci
Video: Gökhan Tünay