Türküler kardeşlik için söylenecek




1990’ların başında Boğaziçi Üniversitesi’nin bağrından kopup gelmiş bir grup çıktı ortaya. Anadolu halk şarkılarını, orijinalliğini bozmadan, anadillerinde yorumlayan bu grup Türk, Kürt, Azeri ve Ermeni şarkılarına aynı albümde yer verdi. Şimdilerde halen süren kanlı bir savaşın en şiddetli biçimiyle hüküm sürdüğü o günün şartlarında hayli cesaret gerekiyordu böyle bir albüm için. Barışın insan kokan yağmuru azaldıkça, şiddet ortamı barış diyenleri önüne katarak sürükleyip götürüyordu ölümün kollarına. Ama onlar cesaret etti. Yüzyıllardır bir dilin bahçesinden öteki dilin ırmağına derin kardeşlik cümleleri taşıyan türküleri söylediler. Geniş bir türkü coğrafyasının temsilcileri olarak, farklılıkların müzik şemsiyesi altında birleşmesini sağladılar. Farklı etnik kimliğe sahip insanlar arasında oluşturulmaya çalışılan düşmanlıklara, derin uçurumlara ve kutuplaşmalara müziğin diliyle cevap verdiler.

Türkülerin kardeşliği

Bu topraklarda farklı etnik kökenden insanların yan yana yaşayıp aynı acılara, aynı sevinçlere farklı dillerde türküler yazdıklarını, aynı topraklarda Türk, Kürt, Ermeni, Azeri, Laz, Çingene, Makedon, Çerkes, Zaza, Yezidi, Süryanilerin de yaşadığını ezgileriyle anlattılar. Türkiye toprakları üzerinde yaşayan ya da yaşamış olan, bu toprakların tarihini yüzyıllar boyunca birlikte yazan, kız alıp kız vermiş, gülmüş ağlamış, nice ihanetler görmüş, nice dostluklara yelken açmış halkların şarkılarını kendi dillerinde seslendirdiler. Adeta bu ülkenin insan haritasının çeşitliliğini, her türküyü kendi dilinde söyleyip dinlemenin daha güzel, daha etkileyici olduğu gerçeğiyle dile getirdiler. Hiç bilmediğimiz dillerdeki türküler, notalardan kanatları olan kuşlarla yüreklerimize nakşoldukça, her türkü çalınışında kardeşlerimizin hali nicedir bilir olduk. Hızlarını kaybetmeden ve giderek büyüyerek bugünlere ulaştılar. Her albümlerinde, türkülerin önderliğinde kardeşliği vurguladılar. Sonra kendilerine de da “Kardeş Türküler” dediler.

Hrant Dink’in vasiyet olan hayali

“İnsan olan insan, sever insanı / Bizden evvel gelip gidenler hanı / Aşkına düşürüp mecnun misali / Bir kuru hayale yeldirme beni” diye Neşet Ertaş’tan seslenmeye başlamalarının üstünden 15 yılı geride bıraktılar. Kardeş Türküler 15 yıl boyunca farklı dil, din ve şarkıların bir arada yaşayabileceği umudunu yeniden yeşertti bizim için. Bu defa da, kanlı geçmişimizden miras kötülük tohumları barışa yeşersin diye çıkıyorlar yola. Kardeş Türküler, barışın cılız sesinin her gün biraz daha zayıfladığı, nefretin korkuyu korkunun nefreti besleyip durduğu yıllar boyunca bu kıyıların yüreğinden yıllardır tek bir esintinin bile gitmediği hemen yanıbaşımızdaki o uzak ülkeye Ermenistan’a gidiyor.
Kardeş Türküler’in 2006 yılında Sayat Nova Korosu ile Harbiye AçıkhavaTiyatrosu’nda gerçekleştirdiği “Mahlemize Âşık Geldi / Aşuğ e Yeger Mer Mahlen” konseri sonrasında yazdığı yazıda halkların kardeşliğine olan özlemini, “Düşün bir kez Mehmed Uzun, Türkler, Kürtler ve Ermeniler Yerevan’da birlikte türkü söylüyor. Biz koltuk değnekleriyle çıkmışız ortalığa halay çekiyoruz!” sözleriyle yansıtan Hrant Dink’in’in maalesef vasiyet haline gelen hayalini gerçekleştirmek için grup Ermenistan’da 2 ayrı konser verecek. Sayat Nova Korosu ve Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) Dansçıları’nın da eşlik edeceği 68 kişilik geniş bir kadroyla türküler ve danslar eşliğinde Hrant Dink’in kardeşlik çağrıları Türkçe, Ermenice, Kürtçe ve Azerice, “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yankılanacak. Bu toprakların ortak kalbi farklı dillerde dile getirilen türkülerle çoğalıp aynı anda barış için çarpacak.

Bahar Kapılarını Açtığında / Karun e Kalis

Kardeş Türküler, Sayat Nova Korosu ve BGST Dansçıları’nın, “Ortak emeklerimizi harmanladık ve ‘dansların, şarkıların, şiirlerin yol göstericiliğinde tüm sınırlar kalkar, engeller aşılır’ inancıyla Ermenistan’a giden kardeşlik yollarına düştük. Kimlikler ve kültürler arası ilişkilere açılan kapıların, çatışmacı ya da dışlayıcı yaklaşımlara değil, kültürel çoğulluğu muhafaza eden birlikteliklere açılması için… Bu topraklarda eşit ve özgür olarak yan yana durmanın zenginliğini yaşayalım, demek için kardeşlik yollarına düştük” diye duyurusunu yaptıkları iki ayrı konser 12 ve 13 Aralık’ta Erivan’da gerçekleşecek. “Bahar Kapılarını Açtığında / Karun e Kalis” adı verilen konserlerde Hrant Dink’in ölümünden sonra bestelenen 2 ayrı eser de ilk kez seslendirilecek. Öncesi ve sonrasıyla BGST tarafından belgeseli de hazırlanan konser öncesinde Kardeş Türküler adına Pakrat Estukyan, Sayat Nova Korosu adına da Kayuş Çalıkman Gavrilof sorularımız yanıtladı:

Ermenistan konseri projesi nasıl doğdu?

Ermenistan konseri projesi, her şeyden önce Sayat Nova korosu ve Kardeş Türküler’in kolektif çalışmasında ortaya çıkmış bir fikir. Bizim üslup ve yaklaşımlarımız birbiriyle örtüşüyor. Kardeş Türküler, kurulduğu günden beri, Sayat Nova ile çok yakın oldu. 2 yıl önce Mahlemize Aşık Geldi başlığında bir proje gerçekleştirmiştik. Hrant konserin ertesi günü gazetesinde, Mehmet Uzun’a hitaben, “Düşünebiliyor musun Mehmet, hep beraber Erivan’a gitmişiz, Türk, Kürt ve Ermeniler hep beraber bu türküleri söylüyoruz” diye yazdı. Zaten hayalimizde hep olan bu proje, Hrant’ın trajik ölümünden sonra da bir vasiyet olarak algılanmaya başlandı. Şimdi bunu gerçekleştirebilmenin keyfini yaşıyoruz. Hrant’ın ölümü tüm Türkiye için çok sarsıcıydı ve doğal olarak bu konserde de yansımasını görüyoruz. Hrant’ın ölümünden sonra bestelenmiş 3 tane ona adanmış şarkı söyleyeceğiz. Bunlardan 2 tanesini ilk defa söylüyor olacağız. Vedat’ın düzenlemesi olan Ahtamar adlı parça. Şimdi Yabancı adlı Ertan Tekin bestesi bir şarkı söyleyeceğiz. Bir de müzikolog akademisyen Micheal Paul Addison’un bestesi olan bir şarkıyı söyleyeceğiz. Tüm bu şarkıların içinde Ermenice sözler var. Micheal’ın bestesinde Ermenice, Türkçe, Kürtçe sözler var. Ertan’ın bestesi ise sadece Ermenice.

Bu projeyi hayata geçirme sürecinde herhangi bir sıkıntıyla karşılaştınız mı?
Yaklaşık 2 yıldır uğraşıyoruz. Önce finansal kaynaklar konusunda sıkıntılar oldu. O sorun halledilince de daha rasyonel olarak başlandı çalışmalara. Son 6 ayımız bu çalışmalarla geçti. Bürokratik işlemler genellikle Erivan’da gerçekleşti. Ermenistan’dan destek aldık, Kültür Bakanlığı’ndan salonu tahsis ettiler.

Türkiye’de herhangi bir resmi kurumdan yardım aldınız mı?
Biz genellikle resmi kurumları bu işe karıştırmamayı tercih ettik. Mümkün olduğunca sivil kişiler olarak sorunları halletmeye çalıştık. Bu nedenle Türkiye’den de herhangi bir kuruma başvuruda bulunmadık. Ama isteseydik büyük ihtimalle destek alırdık. Ama dediğimiz gibi bunu tercih etmedik. Ermenistan Kültür Bakanlığı’nın desteği de mecburen oldu. Çünkü oralar pek Türkiye gibi değil. Salonlar devletin elinde olduğu için onların da katılımı ya da desteği gerekiyordu. Bu nedenle salon tahsisinde yardımcı oldular. Ama projenin Ermenistan ayağında da sivil toplum kuruluşları ve basından destek aldık genel olarak.

Peki orada nasıl karşılanacağınızı hayal ediyorsunuz?
Ermenistan halkı aslında karakter itibarıyla Türk halkına çok yakın. Müzik de çok yakın. Biz onların olanı onlara veriyoruz gibi bir durumdayız. Haliyle çok iyi bir tepkiyle karşılanacağımızı umuyoruz. Halkla birebir görüşmelerimiz olmadı ama gazetecilerden ve bize destek olan insanlardan anladığımız kadarıyla farklı bir tepki görmeyeceğimizi biliyoruz. Bize hep, “Ne mesajla gidiyorsunuz?” diye soruluyor. Biz oraya, bir mesaj verme kaygısıyla gitmiyoruz. Bu projenin Türkiye’ye bir mesaj olarak algılanmasını daha çok önemsiyorum.

Söylenecek şarkıların seçiminde önceki konserlerine kıyasla farklı bur tutum izlediniz mi?
Genel olarak, Mahlemize Aşık Geldi konserimizdekine çok benzer olacak. Ama repertuarın oluşumunda dikkat ettiğimiz şey Ermenistan’daki etnik azınlıkların da dillerini temsil etmesiydi. Ermenistan’da Süryaniler, Arapça konuşan Yezidiler, Kürtçe konuşanlar, Rumlar, Kürtler, Hemşinliler, Gürcüler ve aralarında savaş yaşanmış olmasına rağmen Azeriler var. Hepsinin yarkıları olsun istedik. Özellikle Ermenistan’a gidiyoruz diye de Azerice bir şarkı koyduk. Çünkü biz hep kutuplaşmaların ya da kutuplaştırmaların karşısında birlikteliğin de olabileceğini vurguladık. Bunun geçmişte de olduğunu ve müzikte de bunun bir yansımasının olduğunu vurgulamak istiyoruz. Çünkü Azeri şarkıları ve Ermeni şarkıları çok yakınlar birbirlerine. Dolayısıyla Azeriler ya da Ermeniler farklı şekilde bakmadıkları sürece, birbirlerinin şarkılarından çok fazla keyif alıyorlar.

Hrant Dink her zaman, Ermenistan ile Türkiye arasındaki kardeşliği geliştirmenin yolunun sanatçılar, aydınlar ve halktan doğacak girişimlerle gerçekleşeceğini söylerdi. Aslında bu proje biraz da Hrant Dink’in söylediklerine öncülük eder gibi değil mi?
Çıkış motivasyonumuz da bu zaten. Bu sorunun halledilmesi için ne yapılacaksa halk yapacak. Müzik de bunun en iyi yollarından biridir. Bunu biz proje kapsamında Ermenistan’a gidişlerimizde de hissettik. Mesela Ermenistan – Türkiye milli maçının hemen ertesinde de oradaydık. Kıyaslama imkanımız olacak. Ama Tur operatörlerinden öğrendiğimize göre futbol karşılaşmasında olduğundan daha büyük bir kalabalıkla gidiyoruz oraya. Futbol maçı burda bulduğu yankıyı orda bulmamıştı. Halk şarkıları öyle değil, çok daha geniş bir yankı uyandıracak çünkü çok yakın ve çok iç içe.

Ermenistan ile Türkiye arasındaki buzların erimesi için sizin ne gibi önerileriniz var?
Türkiye’de bir Ermeni olarak yaşayabiliyorum. Ermenistan’la şimdiki koşullarda çok rahat temasım var. Haftanın 4 günü İstanbul’dan Yerevan’a uçuş var. Çok rahat gidebilirim. Eskiden basılı ufacık bir kağıt bile bulunmaz Hint kumaşıydı. Ama bugün istediğim kitabı alırım, getiririm, götürürüm. Artık kimse bunlarla ilgilenmiyor. Oysa bizim, lambalı bir radyoda parazit dolu bir ses duymak için canımız çıkardı. Şimdi uydu anteniyle Ermenistan’ı istediğim gibi seyrediyorum. Ama sorunuza Patrak Estukyan olarak bireysel bir yanıt vermem gerekirse hakikaten bu buzları çok önemsemiyorum artık. Buzları önemsemediğim için de moralim oldukça kötü. Şu anda Ermenistan’da yaşamadığım için o kadar yakın tanık olmuyorumdur belki ama bir Ermeni olarak Türkiye’de o kadar itici hareketlerle karşılaşıyorum ki o yüzden de bu buzların eriyip erimeyeceğini çok da umursamıyorum. İticiden kastettiğim, hâlâ bir Talat Paşa zihniyetinin çok yoğun bir şekilde egemen olması ve büyük kitle partilerinde ifade bulması. 2008 yılında hala bunları yaşamak beni rencide ediyor. Ben sadece Türkiye-Ermenistan arasındaki değil, dünyadaki bütün sınırların kaldırılmasını, nerede buz varsa erimesini isteyen bir insanım. Yapım ve düşünce şeklim itibarıyla duruşum da bu. Ama Türkiye’de yaşayan bir Ermeni olarak artık bu konuda kendimi çok yorgun hissediyorum. Ve zaten dediğim gibi tuzum kuru. 20-30 sene önce olsa, “yollar açılsa da gitsem” diye belki büyük özlem duyardım. Şimdi zaten gidiyorum, buzlar varsa da beni etkilemiyor.

Ermenistan’a gidişiniz bir konser için ve işin içinde Hrant Dink var. Türk-Ermeni ilişkilerini geliştirmede ciddi bir adım var, en önemlisi de çok vahim bir ölüm açtı bu yolu, nedir hissiyatınız?
Bu konserin açılışında, “Biz burada rengarenk insanlarız. Arnavutlar ve Pomaklarla, Abazalar ve Kürtlerle, Lazlar ve Çerkezlerle, Ermeniler ve Rumlarla birlikte. Hepimiz bir demet çiçek olduk, bir tas çorba olduk size geldik. İçinde hepimizin rengi, tadı, tuzu, biberi var. Sizin sofranıza geldik paylaşmaya” diyeceğiz. Bu gerçekten de bizim duruşumuz izah eden bir şey. Biz Türkiye’nin bu çok çeşitliliği ve renkliliğiyle çok barışık inanlarız. Doğal olarak öyle çünkü biz de onlardan biriyiz. Dominant unsur değiliz, her şey gereksizdir sadece bir teki vardır diyecek unsur değiliz. Biz Ermenistan’a bunu sunmaya gidiyoruz, Ermenistan’ın da bunu algılayabileceğini zannediyorum. Djivan Kasparyan İstanbul’da konser verdiğinde çok hayret etmişti karşılaştığı ilgiye. En azından biz göreceğimiz o kadar hayret etmeyeceğiz. Öte yandan bu konserin amacı Türk- Ermeni ilişkilerinde buzları eritmeye doğru bir adım gibi değil açıkçası. Ama Ermenistan ve Ermeniler bize yakın olduğu kadar uzaklar diye bir nefret ve düşmanlık sistemi inşa edilmişken biz de Türkiye’de sadece bu anlayış yok demek için, uzaklığı ortadan kaldırıp yakınlığımızı vurgulamak için gidiyoruz. Ermenistan’da birkaç yıl içinde yaşanan düzenin yıkılması, deprem felaketi ve ağır savaş koşulları bağımsızlık ve ekonomik anlamda iflas etmiş bir Ermenistan’ı doğurdu. Birçok yurttaşını Türkiye’ye işçi olarak gönderdi. Burada kaçak işçi olarak çalışan Ermenilerin deneyimi sanırım, bizim orda sunacağımızdan çok daha derin bir etki taşıyor. O insanlar belki hayatlarında ilk kez Türk’le tanıştılar. Ve trene veya otobüse binip oradan buraya gelirken neyle karşılaşacaklarını bilmeden, belki bir lokma ekmek kazanırız çaresizliğiyle buraya geldiler. Onların deneyimi, onların akrabalarına gönderdikleri her 100 doların içindeki, “Bunu buradan kazandım, şu insanlarla tanıştım” gibi her açıklama bizim sunacağımızdan çok daha anlamlı. Artık Ermenistan’da Türkiye hakkında çoğunluğu bilgilendirecek bir birikim oluştu. Bir de az önce bahsettiğim çanak antenden ben nasıl Yerevan’ı izliyorsam, onlarda oradan İstanbul’u seyrediyorlar. Bir kere Anadolulu olmak gibi bir benzerliği var iki halkın. Birlikte yaşanmışlık var, birlikte yaşanmışlık içinde birlikte üretilmiş veya paylaşılmış bir sürü norm var. Kolektif üretmemiş olabilirler ama Ahmet’in ürettiğini Kirkor, Kirkor’un ürettiğini de Ahmet almıştır, paylaşılmıştır.

Bu ülkede azınlıklara ilişkin yürütülen politikalara, Hrant Dink’in ölümüne ve bu katliamdan sonra sonra dile getirilen, “Hepimiz Ermeniyiz” sloganına gösterilen tepkilere bakınca belli çevreler tarafından hedef haline gelebileceğinizi düşünüyor musunuz?
Kardeş Türküler kararlarını verirken işin bu tarafını pek önemsemiyor. Doğru bir duruşla başlıyor işe. Yaklaşımı samimi ve hiç bir yere angaje olmadan kendi adına hareket ediyor. Bu da en zor zamanlarda bile Kardeş Türküleri çok büyük engellerle yüzyüze getirmedi. Yani Kardeş Türküler sahnelerde ya da Boğaziçi Üniversitesi’nin salonunda Kürtçe şarkı söylerken, Diyarbakır’da bir minibüs şoförü dinlediği bir kaset yüzünden tutuklanabiliyordu. O yıllarda Kardeş Türküler aynı duruşunu sergiledi. Bunun geri planındaki tek şey Kardeş Türküler’in çok samimi ve kimseye angaje olmayan duruşudur ve Ermenistan dönüşünde de böyle devam edecek. Bu çok da gerekli, şu anda herkes Ermenistan’la hangi açılımları sağlayabilirim diye düşünüyor, bizimki belki de bu düşünülen hamlelerden sadece biri. Ben bir yandan duyumlar alıyorum; başka oluşumlar, sivil toplum örgütleri de benzer çabaların içinde. Dolayısıyla Ermenistan dönüşünde de bir sorunla karşılaşılacağını sanmıyorum. Ama herşeyden bir hikâye çıkarmak isteyen bazı kalemler burada da yazarlar, bir şeyler yorumlarlar. Yapacak bir şey yok.
Şimdi bir grup aydının öncülüğünde her iki taraf için de birçok şeyin kapısını açacak “Özür Diliyorum” adıyla bir kampanya başlıyor. Bu iki sözcük hem bir özeleştiri hem de kucaklamayı barındırır. Konser projesi ya da bu kampanyanın başlaması bir takım açılımların devamını getirir. Son yıllarda Ermeni problemi Türkiye’nin gündeminde. Çünkü Türkiye’nin zannettiğinden daha büyük bir ayak bağı olmaya başladı. Herkes sanıyordu ki bu küçümsenecek bir şeydir, bir pürüzdür, bir şekilde açılabilir. Ama aşılamadıkça daha çok sorun oluyor, daha fazla alanlarda Türkiye hep bu konuyla muhatap olmak zorunda kalıyor. Türkiye bir şekilde bu işin üstüne gitmek zorunda kalacak. O üstüne giderken de, sanıyorum klasikleşmiş söylemlerle bu iş yürümeyecek, başka açılımlar gerekecek. Türk Tarih Kurumu tezleriyle bu iş çözülemeyecek, daha cesur hamleler gerekecektir. Bu kampanya da bunun bir sonucudur.