Çev: İsmail Yerguz, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2008.
Foucault, Kelimeler ve Şeyler’de insanın yakın tarihli bir icat olduğunu bildirir. Maurice Blanchot’un kesintisiz konuşması ise, bütünlüklü bir “sen” karşısında aldığı suskunluk konumunu genişleterek, Son İnsan’da da sürüyor. Son İnsan, Blanchot’un Hegel’le ve Hegelci aufhebung’la hesaplaşması üzerine düşünen okur için son derece yol açıcı, uzun bir “Thomas” metni. “Niçin yalnız sana güveniyorum ben?” dediği ve konuşmasının da ötekisini oluşturan varlık karşısında, sürekli ona dönüşmemesinin nedenlerini araştıran “anlatıcı” (asla klasik anlatıcı konumuna yerleşmeyecek bir yazınsal kişidir bu), bir bakıma bağımsız bir varlık olarak kalabilmesini de Hegel’e bu Hegelci direniş sayesinde başarır. Kesintisiz bir konuşma, kesintisiz bir ölüm için: İnsanın sonu ve insanın sonunun sonu olan “yazı”, insanın ölümü ve insanın ölümünün ölümü olan “kitap” üzerine: Son İnsan, bir bakıma kendi konumlarının dökümünü yaparak onları aşmayı deneyimlemenin kitabı; bir bakıma ise “son”lanabilirliği ile ölümsüzlük hastalığına çare arayan son insanla, sondan bir sonraki insan arasına yerleşmiş “ara”nın kitabı.
Kitabın son insana dair tüm söyledikleriyle başardığı şey de, aslında, son insana dair söylemin söylemeyi başaramayacağı şeyi göstermek ve buna ait mitolojiyi geçersizleştirmek olsa gerek. Ne de olsa, buradaki “başarısızlık”, tam da başarılması gereken bir şeydir.
Çev: Didem Eryar, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2008.
Batı felsefesinin artık elde bir sayıp pek de üzerinde durmadığı oldukça temel mefhumları yapıçözüm yöntemiyle yerle bir eden, iç çelişkilerini açığa çıkaran Derrida, böylelikle kadim geleneklerin savunucularından hatırı sayılır düşman edinmiştir kendine. Dilin doğal olmayan, tarihsel ve uzlaşımsal karakterine yaptığı bıkmaz bilmez vurgusu, Derrida’yı Batı düşüncesindeki açmazları kapsamlı bir eleştiri süzgecinden geçirmeye itmiştir. Buna karşın söz konusu konvansiyonel mefhumların yerine herhangi bir öneride bulunmayışı, Derrida’nın felsefesinin apolitik ve politik eyleme imkan vermeyen bir görecelikle malül olduğu ithamına yol açmıştır.
Kabalcı Yayınevi’nin Çağdaş Fransız Felsefesi dizisinden aynı anda yayımladığı Derrida’nın, Melih Başaran’ın önsözde üçü de birbirinden bağımsız olarak okunabilse de ortak bir izleğe sahip olduğunu dile getirdiği, isim üzerine üçlemesinin ilk kitabı Khõra. Derrida, Platon’un Timaios diyaloğunda geçen Khõra mefhumuyla, kavranabilir, duyumsanabilir olmayan fakat negatif bir teolojiye yahut bir iyi, Tanrı düşüncesine de gönderme yapmayan, inanılmaz ve olasılık dışı bir siyasal deneyimi tartışmaya açıyor ve “bu türden bir şeyi adlandırmak mümkün ya da gerekli midir?” sorusunu soruyor. Hülasa Khõra, “vaatte bulumaksızın bir düşüncenin, daha çok da siyasal olanın sınamadan geçirilmesinin haberini verir.” (s. 8)