Gökhan Tan
Medyakronik öğrencileri sokak röportajları da yapıyor. Çoğu kez gündemle ilgili bu röportajlar, kimi zaman gündemle, hatta gerçekle ilgisi olmayan soruları da içeriyor. Bu ikinci gruptaki röportajlardan birinde, öğrenciler vatandaşa, “Dolmabahçe Sarayı satılmış, ne diyorsunuz/” sorusunu yöneltmişti. Soruyu cevaplayanlardan hemen hiçbiri, bu sorunun gerçekle bağlantısını sorgulamamış ve sarayın satılmasını olağan bir gelişme olarak yorumlamıştı.
Haber videosunu editörlerimizle seyrettik ve yayımlanmamasına karar verdik. Çünkü söz konusu röportajın amacı, gerçek olamayacak kadar abes durumlar karşısında sokağın tepkisini ölçmekti. Ama alınan tepkilerden de anlaşılacağı üzere, soru gerçek gibi algılanabiliyordu.
Sanırım en büyük tepkiyi gösteren de bendim. Resmen, tüylerim diken diken olmuştu. Öyle ya, ismi ülkeyle bir anılan anıt eserlerin ve kültür varlıklarının, bakir koyların, ormanlık alanların kişi ve firmalara tahsis edildiği bir ülkede bu da olabilirdi.
Çırağan Sarayı’nın deniz cephesine kurulan dev çadırı görünce aklıma bu video geldi. Geçen hafta boyunca İstanbullular, kentin sembollerinden biri olan bu sarayı, alışık olmadıkları bu görüntüyle seyrettiler. Sarayın deniz cephesini, birinci kat seviyesine kadar örten çadırın fotoğrafları, bu uygulamadan rahatsız olan arkeolog Görkem Kızılkayak tarafından Medyakronik’e ulaştırıldı.
Pek çoğumuzun sadece denizden görme şansı bulabildiği Çırağan Sarayı, Sultan Abdülaziz döneminde, 1871’de yapıldı. 1910’da yandı. İlişikteki yazıda da okuyabileceğiniz üzere, çeşitli dönemlerde farklı amaçlar için kullanıldı. Ve Alman Kempinski Otelleri 1987’de kendilerine tahsis edilen sarayı onararak, 1991’de hizmete açtı.
Beşiktaş ve Ortaköy arasında geniş bir sahil şeridine sahip “Çırağan Palace Kempinski”, Türkiye’nin (ve konumu sayesinde elbette dünyanın da) tartışmasız en güzel ve hizmet kalitesi yüksek otelleri arasında. Otel kompleksine ismini veren Çırağan Sarayı, konaklama için kullanılmıyor. Düğün, toplantılar ve çeşitli organizasyonlarda hizmet veriyor. Ve görünen o ki, otel yönetimi, bu etkinliklerini bir Osmanlı sarayında gerçekleştirmek için yüklü bir meblağ ödeyen müşterilerinin bir dediğini iki etmiyor.
Koruma kurallarına aykırı
Kempinski Oteli, Çırağan Sarayı’nın deniz cephesinde dört gün boyunca duran şeffaf çadırın geçici olduğunu ve bir bankanın, 5 Mayıs akşamı düzenleyeceği bir etkinlik için kendi imkânlarıyla kurduğunu söylüyor.
Peki, otel işletmesi, sarayın kullanımı için müşteriden gelecek her talebi karşılamak zorunda mı? Halkla ilişkiler müdürlüğü, bu soruyu şöyle cevaplıyor: “Sarayın kullanımı için birçok taleple karşılaşıyoruz ve çoğunu geri çeviriyoruz. Ama 5 Mayıs’ta gerçekleşecek etkinlik geri çeviremeyeceğimiz, hem biz hem de İstanbul için çok büyük ‘event’”. Halkla ilişkiler müdürlüğü çadırın yarattığı “geçici” görüntü kirliliğini gönülden onaylamasa da, bu önemli etkinlik adına dört gün için katlanılabilir bir durum olarak görüyor.
Gelgelelim bu etkinliğin, Denizbank’ın, kuruluşunun 10. yıldönümü için verdiği davet olduğunu basındaki haberlerden öğrendik. Basında yer alan haliyle bu “özel gece”nin İstanbul ya da İstanbullular için ne gibi önem taşıdığını anlayamadık. Ama Kempinski Oteli kurulmasına göz yumduğu bu çadırla, Çırağan Sarayı gibi anıt eserlerin korunmasına dair yönetmeliğe de aykırı hareket etti.
Kültür varlıkları konusunda en yetkili kurum olan Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, 5 Kasım1999 tarih ve 665 Sayılı İlke Kararı’nda, “Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarında görüntü kirliliğine yol açan müdahalelerin ortadan kaldırılmasının esas olduğu”nu söylüyor.
Fakat uzmanlara göre, üzerinde asıl durulması gereken şey bu durumun yasal açından suç oluşturup oluşturmaması değil. Çünkü Çırağan Sarayı önüne kurulan bu çadır, bir çadırın çok ötesinde ciddi bir sorumsuzluk ve hatta densizlik örneği.
Prof Uğur Tanyeli: “Sorumsuzluk ve duyarsızlık örneği”
Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölömü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Tanyeli, Çırağan Sarayı önüne bu çadır ya da sundurmayı kuran işletmecinin, saray yapısına karşı “çok çok duyarsız” ve sorumsuz bir kullanıcı olduğu görüşünde. Uzmanlık alanı Osmanlı Mimarisi olan Tanyeli, bu duruma şaşırmadığını da belirtiyor: “Topkapı Sarayı Mecidiye Köşkü’nün deniz cephesinde faaliyet gösteren bir lokantanın sefil ‘ondulin’ çatısı yıllarca durabildiyse, Çırağan’ın önünde bu sundurma haydi haydi durur.”
Mimarlar Odası Eski Başkanı Oktay Ekinci, çadırın yarattığı görüntü kirliliğinin sadece Çırağan Sarayı’nı ilgilendiren bir şey olmadığının altını çiziyor: “Çünkü burası sadece İstanbul için değil, Türkiye açısından en değerli prestij ve kimlik noktalarından biri. Yani korunması gereken sadece sarayın cephe görünümü değil, aynı tür görünümlerle yine korunması gereken bir değerler bütünü olan Boğaziçi’nin de ‘tarihle donanmış kıyı dokusu ve peyzajı’dır. ”
Oktay Ekinci: “Densiz bir koruma anlayışının devamı”
Oktay Ekinci Çırağan Sarayı’ndaki uygulamanın, kültürel mirasa “özen düzeyi”ni göstermesi açısından da anlamlı buluyor: “Böylesine ‘çağdaş’(!), isterse de yapının mimarisiyle uyumu hedefleyen her türlü ‘ek’lemleme; uygulama ne denli hafif, geçici ve kendi mimari-malzeme tercihleriyle özgün bir tasarım örneği olursa olsun, sarayın özellikle Boğaz’daki çok özel kıyı siluetiyle de bütünleşen peyzaj kimliğini göz ardı eden bir ‘müdahale’ olacağından kabul edilemez.”
Ekinci, amacı ne olursa olsun bu türde bir eklentiyi, geçici bile olsa öneren, onaylayan ve tasarlayanların bir kültür zafiyeti yaşadığını düşünüyor. Çünkü bu insanlar, sanatsallığı tartışılmaz bir anıtsal yapının çevresine kattığı görsellik ve imaj değerlerin, olumsuz yönde etkilenmesini önemsemiyor ya da en azından fark edemiyor.
Oktay Ekinci, Çırağan Sarayı’nın restorasyonu ve ek binalarla otel haline getirilme sürecindeki çarpıklıkları da hatırlamak istiyor: “Sarayın özellikle iç mekanlarında, dekorasyon ve bezemelerde gözlenen ‘arabesk’ denebilecek ve hiç çekinmeden söyleyebileceğim ‘hafif meşrep’ uygulamalar, hadi bizler neyse ama özellikle turistlerde Osmanlı’nın sanki ne denli görgüsüz olduğu yönünde de gerçek olmayan intibalara neden olabilmektedir.”
Ekinci, sarayın bahçesine inşa edilen otel bloklarının, uluslararası kültürel miras sözleşmeleri ve evrensel koruma ilkeleri açısından tartışmalı olduğunun altını çiziyor. Ona göre bu ek yapılar, “ülkenin en özenli örneklerinden birine komşu olmanın dikkatini ve hassasiyetini asla taşımadığı için” tarihsel yapılara bitişik çağdaş yapıların en kötü örneklerinden biri.
Ekinci, saray önüne kurulan çadırı da “aynı anlayışın yeni bir densizliği” olarak görüyor.
Saray kimin?
Yıllar yılı Çırağan Sarayı’nı denizden gören pek çok İstanbullunun, çok büyük ihtimalle bu önemli yapıyı yakından görme şansı olmamıştır. (Çevresindeki yüksek duvarlar nedeniyle sarayı karadan görmek mümkün değil.) Bugün sarayın içine girebilenler, dünyanın en lüks otelleri arasında yer alan Kempinski Oteli’nin müşterileri ya da burada düzenlenen düğün, toplantı ve davetlere katılanlar.
Kentin sembolleri arasında yer alan bir saraydan kısıtlı sayıda insanın faydalanabilmesi bir başka konu. Ancak işletmecisi ya da “müşterisi” kim olursa olsun Çırağan Sarayı kamuya ait bir eser. Saray, belli bir dönem için devlet tarafından işletmeciye tahsis edilmiş, yani kamu adına emanet edilmiş durumda.
İstanbullular, Boğaziçi’nin bu vazgeçilmez öğesinin, her zaman gördükleri gibi kalmasını isteyecektir. İnsan, parayı verip düdüğü çalanların en azından, kulaklarını rahatsız etmemesini temenni ediyor.