Marmaris’in neden Can Yücel’i yok?




adresinde Datça’nın neden sevilesi bir yer olduğunu başarılı bir şekilde yansıtıyor.)

Datça, yıllardır bozulmayan kültürel ve tarihi yapısıyla beni büyüleyen, yakından takip ettiğim bir sahil kasabası. Birçok insan, emeklilik dönemlerini yaşamak için bu yarımadayı tercih eder. 75 yaşındaki Nihat Bey, yazdığı blogda Datça’yı ve ona yaptığı sanatsal, kültürel katkıları o kadar güzel anlatmış ki; hayran kalmamak elde değil. Onun Datça’yı yansıtan yazılarını gördüğümde yaşadığım Marmaris’i düşündüm bir an. 15 senedir Marmaris’te yaşıyorum. Çocukluğumun uzun bir zamanı burada geçti. Bende birçok iz bırakmıştır. Ancak yapısına bir türlü ısınamadığım, insanların ilçenin değerlerine sahip çıkmadığından hakkında üzüntü duyduğum bir yerdir. Datça ise gidilip, yaşanılması gereken ideal ilçedir gözümde. Orada tanıştığım insanlar, gidip, geldiğim zamanlarda oluşan izlenimlerim bu düşüncenin oluşmasında etkili oldu.

Özellikle son yıllarda ilişkilerin para üzerine şekillenmesi, Marmaris’te sanatın ve kültürün yaşam şansı tanımıyor. Yaşadığım ilçe, sanatın ortaya koyabileceği paylaşımdan bu nedenle faydalanamıyor. Ve ne yazık ki bu konunun üzerinde neredeyse hiç durulmuyor. Ne belediye başkanları, ne de kaymakamlar bu yönde yeterli çaba göstermiyor. Sivil toplum kuruluşlarının bu alandaki çabaları ise bürokrasi engeline takılıyor. Örneğin geçtiğimiz yaz gerçekleşen uluslararası şiir dinletilerinin duyurularının asılması gibi sıradan bir eylem bile belediyenin engeline takıldı. Yani kentin kültürel hayatına hareket getirmek isteyenlerin işi de hiç kolay değil.

Gelgelim Datça’da halkın tümünü kapsayan, şehrin tarihi güzelliklerini konu alan sanatsal çalışmalar yapıldığını görebiliyoruz. Üstelik Datça bu özelliklerinden turizm için de faydalanıyor. İlçe, yerel kültürünü sahipleniyor ve kendini geliştirmek için kullanabiliyor: Tarihi mekanlarını kabul özenle restore ediyor, kendine has ürünlerini, mesela bademi bir marka haline getirebiliyor. Köy kahvesinde yaşlı bir Datçalıyı Can Yücel’in şiirini ezbere okurken görmek sürpriz değil. Yarımadanın tarihi ve kültürel mirasını araştırmak ve paylaşmak için çalışan bir dermekleri (Datça Yerel Tarih Derneği) de var.

Keşke Marmaris’in için de aynı şeyi söyleyebilsek. İşin en ilginç tarafı, Marmaris’e gelen yerli ve yabancı turistler ilçeyi sevse de insanını sevemiyor. Turist ve halk bir türlü kaynaşamadığı gibi halk da kendi içinde samimi bir ilişki kuramıyor. Çalışma hayatında bile böyle: Marmaris’in yerlisi işlerini yine Marmaris’in yerliyle yürütmeye gayret ediyor.
Esnaf, işletmeciler ve yerel otoriteler yıllardır ziyaretçi sayısının istikrarsızlığından şikâyetçi. Ama “Marmaris’e gelen turist, bir daha neden gelmiyor? Neyi eksik yaptım” sorularını kendilerine sormuyor. Acaba bu soruların bir cevabı da, kentin kendine dair değerlerini yeterince ortaya koymaması, tarihine, kültürüne ve sanata önem vermemesi olabilir mi?

Sorunun cevabını, yerel kültürünü pazarlama konusunda tartışılmaz bir başarıya sahip Fransa’da bulabiliriz. Fransa’da her bölgenin, her kentin kendi ismiyle anılan ürünleri ve ürünler etrafında şekillenen, dünyaca tanınan kültürü vardır. Örneğin “şampanya” bir bölgenin ismidir. “Champagne” bölgesindeki bağlardan elde edilen üzümlerle yapılan, köpüklü şaraba bu ad verilir. Konyak ise “Cognac” bölgesinden gelir ve 16. yüzyıldan günümüze dek taşınmıştır. Söylediğim gibi, ortaya koyulan şeyin sadece ürünün kendisi değil o ürün etrafında şekillenen kültür olduğu. Bugün bu iki içkinin adını bilmeyen var mı?

Bakın, dünyada sadece Marmaris ve komşu birkaç ilçe civarında (Köyceğiz, Dalaman, Fethiye) yetişen bir ağaç türü var. Günlük ağacı ya da Anadolu Sığlası (Liquidambar Orientalis) olarak anılan bu türün gövdesinden elde edilen hoş kokulu yağ, uzun yıllar parfümeri endüstrisinin önemli ham maddesiydi. Endüstrinin sentetik ürünlere kaymasıyla sığla yağı üretimi de bitme noktasına geldi. Bırakın ticari olarak değerlendirilmesini, görüntüsüyle bile çok özgün bu ağacın bulunduğu alanlar inşaatlara ve tarla alanlarına yenik düşmekte. Oysa bu ağaç bile tek başına Marmaris için bir sembol olabilirdi. Marmaris’in dünyaya yayılan “kokusu” olabilirdi. Hâlâ da olabilir.

Marmaris, doğasının kendisine sunduğu eşsiz koylarını ve denizini günlük kazançlar uğruna tüketmekle meşgul. Halkın önemli bir geçim kaynağı da sahip olduğu gayrimenkuller. Peki otel ve yazlık enflasyonu altında ezilen bu değerleri tükenince, coğrafyasıyla benzersiz bu doğa harikası sıradan bir yer haline geldiğinde ne olacak? Para üretmek işin kolay tarafı. Ya Fransa örneğinde olduğu gibi isminizi yüzyıllara yazacak bir kültür?

Fazla da uzağa gitmeye gerek yok. Sadece 80 kilometre yakınındaki Datça’ya bakması yeter. En azından “benim neden bir Can Yücel’im yok” diye sorması bile bir aşamadır.

Beni kuzum Datça’ya gömün
Geçin Ankara’yı, İstanbul’u!
Oralar ağzına kadar dolu
Alabildiğine pahalı,
Örneğin Zincirlikuyu’da
Bir mezar 750 milyona,
Burası nispeten ucuzluk
Ortada kalma tehlikesi de yok,
Hayır dua da istemez,
Dediğim gibi beni Datça’ya gömün
Şu deniz gören mezarlığın orda,
Gömü sanıp deşerlerse karışmam ona!

Can Yücel