Sadık Güleç
Kuzey Irak’a son iki yılda defalarca gittim. En son geçen hafta oradaydım. Her gidişimde yaşadıklarım ve gördüklerim bana şunu düşündürür: Burnumuzun dibindeki bu bölge hakkında ne kadar az şey biliyoruz ya da ne kadar çok şeyi yanlış biliyoruz. Bunu yalnızca Kuzey Irak için değil, zaman zaman gittiğim Suriye, Lübnan gibi ülkeler için de düşünürüm. Amerikalıların Ortadoğu hakkında çok cahil oldukları söylenir ama herhalde her Amerikalı, Kanada ya da Meksika üzerine bizim komşularımız hakkında bildiğimizden daha çok şey biliyordur. Mesela Antakya’dan her gün Halep’e taksi kalkar. Yalnızca 50 YTL karşılığında Halep’e gittiğimi söylediğimde arkadaşlarım şaşırır. Şüphesiz bunlar daha masum bilgisizlikler. Ama Kuzey Irak gibi her gün ülkemiz medyasında onlarca haberin yayımlandığı bir bölge için yazılanları, çizilenleri görünce durum daha da vahim hale geliyor.
Kandil ne yana düşer
Geçenlerde Kandil Dağı’nda PKK kamplarını gösteren bir harita görmüştüm ülkemizin büyük gazetelerinin birinde. Mahmur Kampı da Kandil Dağı’nın ortasında bir yerde gösteriliyordu. Oysa Mahmur neredeyse Arap bölgesinde, Erbil’in oldukça batısında bir yerlerdedir. Ve Mahmur’da yaşayanlar Birleşmiş Milletler tarafından oraya yerleştirilmişlerdir. Ama hâlâ ısrarla Mahmur silahlı bir PKK kampı olarak gösterilir. Silahlı olmasına imkân yoktur, çünkü oradan Kandil’e ya da Türkiye sınırına gitmek için ülkeyi boydan boya geçmek gerekir ki bu imkânsızdır. Eğer buna kalkışırsanız defalarca arama noktalarından geçmeniz gerekir ki bu arama noktalarının hepsini atlatabilmeniz imkânsızdır.
Üstelik Mahmur kaymakamından alınacak bir izinle kampı rahatça gezebilirsiniz. Ben izin konusunda hiç sorun çekmedim. Fakat sürekli buradan Kuzey Irak’a giden Türkiyeli gazeteciler kampın “gizlice” çekilmiş görüntülerini yayınlarlar. Kampın hemen girişindeki Kürdistan Demokratik Partisi’nin (KDP) kontrol noktası ve binalar uzaktan gösterilir. Yaklaşmanın çok zor, içine girmenin imkânsız olduğu bir yer görüntüsü verilir. Kampta yaşayanlar PKK sempatizanı değil mi, derseniz elbette öyle, ama silahlı bir PKK kampı iddiası çok daha başka bir şey.
Kürt bölgesinde Arap olmak zor
Bu bölge Irak’ın en güvenli bölgesi. Elbette başlangıçtaki bütün şehir ve kasabaların giriş çıkışlarındaki kontrol noktaları ürküntü verir. Başlangıçta bana bizde 1990’lardaki kontrol noktalarını hatırlatıyordu. Hani neden yapılır, ne işe yarar anlayamazsınız. Varlıkları sadece bölgede olağanüstü birşeyler olduğunu hatırlatır size.
Bazen de yolların kenarlarında derme çatma kulübelerde ya da çadırlarda kalan askerler görürsünüz. Topraktan mevzileri vardır ve sadece yoldan geçen araçları izlerler. Ama öyle çok ciddi arama taramalardan geçmezsiniz. Kontrol noktasına geldiğinizde “merhaba” dersiniz ve geç işareti verilir. Fakat bu tabii, bazı araçlar için geçerli değil. Eğer Musul, Bağdat ya da Kerkük plakalı bir araçtaysanız mutlaka birkaç soruya muhatap olursunuz. Ve bir Arapın Kürt bölgesinden geçmesi bayağı meşakkatli bir iştir.
Erbil, Süleymaniye gibi kentlerin Arap bölgesinden gelen yolların girişinde neredeyse bir sınır gümrüğünü andıran arama noktaları var. Arap bölgesinden gelen her araç çok ciddi bir arama ve sorgulamadan geçer. Fakat ülkenin diğer bölgelerindeki etnik ve dini çatışmaların olmayışı Kuzey Irak’ı Araplar için de bir cazibe merkezi haline getirmiştir.
Bu nedenle Erbil, Süleymaniye gibi kentlerde kiralar ve otel fiyatları oldukça yüksek. Erbil’in tek beş yıldızlı oteli olan, yerel halkın “Sharaton” dediği Erbil International’da bir gecelik konaklamanın fiyatı 280 Dolar. Odasında değil yatmak, oturmakta zorluk çekeceğiniz bir otelin fiyatı ise 50 dolardan az değil. Üstelik bir Arapın burada yaşamasına izin verilmeden önce çok ciddi güvenlik taramaları yapılır ve kefil istenir. Şu anda Erbil’de en canlı sektörlerden biri konaklama sektörü. Sürekli yeni oteller yapılmasına rağmen fiyatlarda hiçbir oynama olmuyor.
Fakat henüz Kürt Federe Bölgesi’ne dâhil edilip edilmeyeceği belli olmayan Kerkük’te durum böyle değil. Mesut Barzani’nin deyişiyle “Kürtlerin Kudüs’ü” olan Kerkük’te yaşamak herkes için çok zor. Devlet otoritesinin ve hiçbir hizmetin olmadığı bir kent hayal edin. Hele dışarıdan gelen yabancılar, mesela bizim gibi gazeteciler için durum daha da riskli. Geçen yılki İsrail’in Lübnan saldırısını neredeyse başından sonuna kadar izledim. Ama riski bu kadar hissettiğim bir yeri hatırlamıyorum. Lübnan’da işimiz bittiğinde kalabileceğimiz güvenli yerler vardı. Kerkük’te ise her yer bir risk. Üstelik riskin nereden, kimden geldiği belli değil.
Bütün sokakların girişlerinde araçların girmesini engelleyen bariyerler veya çukurlar var. Ana caddelerde araçların park etmesini önlemek için beton bariyerler konmuş. Geçen her araca patlama ihtimali varmış gibi davranılıyor. Kazara biraz yavaşlarsanız ya da durmaya kalkarsanız hemen silahlar çekiliyor, gitmeniz isteniyor. Fotoğraf makinesini çıkarıp göstermeniz bir risk. Sürekli uyarılar yapılıyor.
Kaldığım bir gün içinde tam yedi bombalı araç patladı. Patlamaların tek elden yapıldığını düşünüyorsunuz. Çünkü bir anda peşpeşe patlamaya başlıyorlar ama patlamaların olduğu yerlere bakarak kimin yaptığını bulmak imkânsız, çünkü aynı anda Kürt mahallesinde KDP bürosunun önünde de patlıyor, Türkmen mahallesinde de, Arap pazarında da.
Otellerde kalmak imkânsız, çünkü insanlar fidye için sürekli kaçırılıyor. Bir gidişimde Arap direnişinin önde gelen liderlerinden biriyle görüşmüştüm. Kendi bölgelerini görme isteğimi “İnsanlar fidye için kaçırılıyor, giderken sizi kaçırırlar, bizim adamlarımızı da öldürürler, size ayıp olur” diyerek reddetmişti.
Türkiye kamuoyunda Kuzey Irak’ın tartışıldığı kadar bölge kamuoyunda Türkiye tartışılmıyor. Türkiye’de “Kerkük’e girilsin”, “Kandil’e girelim” tartışmalarının yapıldığı en sıcak dönemlerde bile bölge halkının olanlardan bazen haberi dahi yoktu. Bunun tek istisnası Ocak’ta gerçekleşen operasyonlardı. İlk defa yerel hükümet olayı halka yansıttı.
Hükümetin desteği, hatta isteği ile Dohuk, Erbil, Akre gibi kentlerde öğrenciler Türkiye’nin askeri müdahalesine karşı gösteriler yaptı. Bu gösterilere dahi yerel halk fazla ilgi göstermedi. Daha çok gençlerin ve ilkokul öğrencilerinin katıldığı bu gösterilerden önce tüm camilerde merkezi olarak Türkiye’nin bölgeyi işgal edeceğini söyleyen hutbeler verildi. Sanırım ilk defa “olayı” ciddiye aldılar.
Daha önceki tartışmalarda halkın tartışmalardan fazla haberi olmazdı. Üst düzey yetkililerle yaptığımız sohbetlerde “Şu Türkiye’deki seçimler bitse de biz de rahatlasak” denir, yaşananların daha çok Türkiye’nin iç politikasına yönelik olduğu vurgulanırdı.
Her partiye bir gazete, bir TV
Ayrıca Kuzey Irak’ta bizim anladığımız anlamda bir kamuoyu ya da tartışma ortamı yok. Yazılı ve görsel medya yeni yeni oluşuyor. Ama bağımsız bir basından söz etmek imkânsız. Var olan bütün TV’ler bir siyasi grubun elinde. KDP’nin, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB), hatta İran KDP’sinin kendi TV’leri, gazeteleri var. Buralarda ise en fazla Kürt kültürü üzerine sohbetler ve bol müzik yayını görürsünüz. Bağımsız bir ticari grubun çıkardığı bir yayın organı henüz yok. Olsa dahi eleştirel bir ortamın başlamasına daha çok var. Bireysel bazı sohbetlerde elbette eleştiriler dile getiriliyor. Ama bunları kaleme almak ya da bir medya kuruluşunda dile getirmek cesaret işi.
Bu konuda iki yıl önce yaşanan bir örnek belki durumu daha iyi anlatır. Kuzey Irak kökenli Avusturya vatandaşı Dr. Seyyid Kemal Kadir bir internet sitesine Barzani ailesini eleştiren bir yazı kaleme aldı. Ve ardından ülkesine tatile gelmek gibi vahim hata yaptı. Erbil’de hemen tutuklandı ve yazdığı iki sayfalık eleştiri yazısı için otuz yıl hapse mahkûm oldu. Avusturya vatandaşı olması nedeniyle sekiz aylık bir tutukluluktan ve yoğun uğraşlardan sonra Avusturya hükümeti ve insan hakları kuruluşlarının çabaları sonucu serbest kaldı. Bir daha eski ülkesine gelmek gibi bir hataya düşeceğini sanmıyorum.
Miroğlu paltoları revaçta
Bölge halkı üzerinde Türkiye’nin çok yoğun bir kültürel etkisi var. Alışveriş merkezleri ve pazarlar Türkiye’den gelen mallarla dolu. Kimilerine göre bunun tek nedeni Habur sınır kapısı…Oysa Habur ülkenin tek sınır kapısı değil. Türk malları tercih ediliyor, çünkü kaliteli görülüyor. Mesela bütün inşaatlarda kalitesi nedeniyle Türkiye’den gelen demir tercih ediliyor. Oysa bölgeye İran ve Ukrayna demiri de giriyor. Süleymaniye’de de inşaat demiri üreten bir fabrika var ama onun ürettiği demire de pek rağbet yok. Son dönemlerde yavaş yavaş pazara dünyanın diğer markaları da girmeye başladı. Bunun önemli bir nedeni Habur’un sık sık kapanması ve böylece mal geçişinde zorluklar yaşanması. Ülkeye Basra’dan, Ürdün’den, Suriye’den ve İran’dan da mal akışı var. İran’ın yalnızca Hacı Ümran ile birlikte Irak sınırında beş sınır kapısı bulunuyor.
Erbil’de gireceğiniz bir müzik markette dükkânın iki bölüme ayrıldığını görürsünüz. Bir kısmında Arap, Fars ve Kürt müzisyenlerin albümleri, diğer kısmında ise sadece Türkiyeli sanatçıların albümleri yer alır. Elbette İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül gibi Kürt kökenli sanatçılar daha revaçta ama Sezen Aksu, Aydın, Zeki Müren, Ajda Pekkan’a da yoğun bir rağbet var.
Türk TV’leri de sürekli izlenir. Burada popüler olan bütün diziler aynı anda Erbil ya da Süleymaniye’de de izlenir. Bir arkadaşım Türkiye’de Deli Yürek dizisinin ilgi gördüğü dönemde, üstelik Ağustos’ta “Miroğlu paltoları” satarak iyi bir kâr elde ettiğini anlatmıştı.
KDP – KYB rekabeti
Kuzey Irak’ın en büyük handikaplarından biri ülkede hâlâ iki başlı bir yönetimin olması. Kuzey Irak’tan bahsediyoruz ama bölge hâlâ iki ayrı partinin denetimindeki iki ayrı bölgeden oluşuyor. Üstelik bu iki parti arasında yakın zamana kadar kanlı iç çatışmalar olmuştu. Mesut Barzani’nin lideri olduğu KDP ile Celal Talabani’nin lideri olduğu KYB iki ayrı bölgeyi idare ediyor. Ülkenin yüzde altmışı merkezi Erbil olmak üzere KDP’nin, yüzde kırkı ise Süleymaniye merkezli KYB’nin kontrolünde.
İki parti 1997’de ABD’nin zorlamasıyla aralarındaki çatışmaları bitirdi. 2003’ten beri de uyumlu bir işbirliği içindeler. İki yıl önce merkezi bir parlamento ve hükümet kuruldu. Küçük bir ülkede çoğu devlet bakanlığı olmak üzere kırka yakın bakanlık var. Çoğunluğunun ne iş yaptığı belli değil. Bazılarının binası bile yok. Bunun tek nedeni iki parti arasındaki pazarlıkların sonucunun böyle olması. Geçmiş yıllarda KDP’nin verdiği izinle KYB bölgesine gittiğinizde sorun olurdu. “Bizi adamdan saymıyor musunuz, bizden niye izin almıyorsunuz” denirdi.
Bu yıl iki parti tekrar Neçirvan Barzani’nin başbakanlığı için anlaştı. Bakanlık sayısının da 12 ila 14 arasında sınırlandırılacağı söyleniyor. Ama hâlâ ülkede iki ayrı GSM şebekesi var. Barzani’nin hâkim olduğu Erbil, Dohuk, Akre, Zaho gibi kentlerde Korekt Telekom çalışıyor. Süleymaniye’de ise Asia Cell. Üstelik iki şebeke birbirini arayamıyor. Hani Telsim’den Turkcell’i arayamadığınızı düşünün. Bu hatları aramak için sabit bir telefon bulmanız gerekiyor. Bu da gazetecileri çıldırtan bir ayrıntı. Hem KDP hem de KYB için PKK bir sorun. PKK Kandil Dağı üzerinde ince bir şerit halinde KYB’nin kontrolündeki Ranya’ya kadar bir bölgeyi kontrol ediyor. Bu dağların eteklerinde küçük Kürt köyleri var. Doğal olarak bu köyler PKK ile iç içe yaşıyor. KDP’liler bu durumda yüze yakın köy olduğunu söylüyor. Bu, Türkiye sınırından Süleymaniye ovasına kadar inen bir bölge. Mesela belirli bir yerde KDP bölgesinden KYB bölgesine gitmek için PKK bölgesinden geçmek zorunda kalıyorsunuz.
Son hava operasyonları başlamadan önce bu yol üzerinde PKK kontrol noktaları vardı. Buraları Saddam döneminde Barzani’nin ve diğer Kürt hareketlerinin kullandığı dağlardı. Yakın zamana kadar Cemil Bayık’ın kaldığı Sidekan yakınlarındaki PKK kamplarından birini daha önce Molla Mustafa Barzani’nin komutanlarından bir Hıristiyan olan Franso Hariri kullanıyordu. PKK’nın faaliyet gösterdiği bu bölge ince bir şerit halinde İran –Irak sınırı boyunca neredeyse 100 kilometre uzanan, genişliği bazen otuz kilometreyi bulan, bazen üç kilometreye düşen bir bölge. Bölge dağlık yapısı nedeniyle bu tür hareketler için daima korunaklı bir yer olmuş.
PKK her ne kadar önemli bir sorunsa da, Kürt yönetimi PKK’yı bir koz olarak da görüyor. Elbette son gelişmelerle birlikte bölgesel yönetimin PKK ile ilişkisinin nasıl olacağını zaman gösterecek. Yani ABD, Türkiye ve Kürt yönetimi arasındaki antlaşmanın kısa vadeli mi, uzun vadeli mi olacağı PKK’nın buradaki durumunu da belirleyecek. Fakat şunu söylemek gerekiyor: Özellikle KDP’nin üst düzey yöneticileri PKK’dan nefret ediyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri aralarında çok kan dökülmesi. PKK’nın hâkim olduğu bölgelerin kenarlarında yaşayan peşmergelerde de bu nefret açıkça görülüyor. Konuştuğunuzda hemen herkesten “PKK amcamın oğlunu öldürdü. Bizim köyden 17 kişi öldürüldü” gibi sözler duyuyorsunuz.
Bölgesel Kürt yönetiminin PKK ile çatışmayı göze alamamasının psikolojik bir yanı da var. Kürtlerin tarihi aynı zamanda bir iç savaşlar tarihi. Bölgesel yönetim, özellikle KDP “Bir daha birbirimizle savaşmayacağız” şeklinde bir anlayış oluşturmuş. Tekrar böyle bir savaşın başlamasının halkta tepki yaratacağını düşünüyor. PKK’nın onlar için hâlâ çetin ceviz olması da bir başka önemli etken.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkün: İster bağımsız bir devlet olsun, ister federe bölge, Türkiye bundan sonra güneyinde siyasi bir Kürt varlığıyla komşu olarak yaşamaya alışmak zorunda.