İşkenceye değil işkenceciye tolerans




Ahmet Şık
ahmets@medyakronik.com

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk iktidarını kazandığı 2002 seçimleri öncesinde Recep Tayyip Erdoğan seçim meydanlarında hepimizi, en azından insan hakları savunucularını oldukça heyecanlandıran bir sloganı ağzına pelesenk etmişti: “İşkenceye sıfır tolerans”. Böylece, Türkiye’nin insan hakları karnesinde hacimlice yer tutan işkenceyle, seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılan müstakbel bir başbakanın ağzından mücadele sözü verilmiş oluyordu. İlk iktidarı döneminde AKP, yüzünü döndüğü Avrupa Birliği’ne üyelik için bir dizi demokratikleşme paketini kısa zamanda hayata geçirince de işkenceyle mücadele de büyük adımlar atılmış oluyordu. Ancak geçen zaman içinde AKP’nin Avrupa hedefinden uzaklaşmasıyla insan hakları ihlallerini önleme konusundaki kazanımların hepsi birer birer kaybedildi. Gözaltı merkezlerindeki işkence vakalarında kimi zaman gözlenen sayısal düşüş ve işkence yöntemleri açısından da daha vahşi uygulamalar terkedilmiş olsa da işkence ve cezasızlık yerli yerinde duruyordu.

Reformlar genelgelerle uygulanamaz kılındı

AKP’ye yönelik sindirme hareketleri ve provokasyon kokan bir takım saldırılarla Türkiye önemli siyasal ve sosyal krizlerin ve haliyle insan hakları gündemini meşgul eden olayların yaşandığı bir sürecin içine girdi. Yaşanan kaygı verici siyasal ve sosyal gelişmeler insan hakları duyarlılığında da ciddi bir deformasyona yol açtı. Yapılan her demokratikleşme yasası, hukuken genelgelerin yasaların üzerinde olamayacağı hükmüne karşın bir takım genelgelerle uygulanamaz kılındı. AB ile başlayan sıcak sürecin reformların önünün kesilmesiyle sona ermesi demokratikleşme kanallarını da tıkadı ve böylece başta yaşam hakkı, işkence yasağı, düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere ciddi insan hakları ihlallerinde yeniden artış görülmeye başlandı.
2006 yılına gelindiğinde insan hakları savunucularının, Türkiye’deki reform sürecinin AB ile müzakerelere bağlı bir ev ödevi olduğu ve demokratikleşme konusunda atılan adımların samimi olmadığına ilişkin eleştirilerinde haklı çıkaracak bir takım yasal düzenlemelere gidildi.

PVSK işkenceye olanak sağlıyor

İlkin 2006 Haziranında Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan yeni düzenlemelerle terör tanımı genişletilerek hak ihlallerinin önü açılmış ifade özgürlüğünü tehdit eden ve işkence uygulamasına zemin hazırlayan bir yasal düzenleme hayatımıza girdi. İşkenceye karşı alınan tedbirler yönündeki kazanımların geriye alınması anlamına gelen bu değişiklikle gözaltına alınan bir kişinin gözaltına alındığı andan itibaren savunma vekili ile görüşme hakkının savcının talebi ve hâkimin kararı ile 24 saate kadar ertelenebilmesine olanak tanınarak işkencenin önlenmesindeki en önemli kazanım terkedilmiş oldu.
“Terör örgütlerine karşı yapılacak operasyonlarda ‘teslim ol’ çağrısına uyulmaması veya silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk görevlileri, tehlikeyi etkisiz kılabilecek ölçü ve orantıda, doğrudan ve duraksamadan hedefe karşı silah kullanmaya yetkilidirler” hükmüyle yargısız infazlara ve bu tür iddiaların soruşturulmasının önüne geçilmesine olanak tanındı. Daha sonra, ülkede herkesin ilgisinin genel seçimlere kilitlendiği koşullarda alelacele çıkarılan bir yasayla Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda (PVSK) değişiklik yapıldı. İçeriğinden, zamanlamasına ve çıkarılış biçimine kadar pek çok yönden ciddi tepki ve eleştirilere konu olan değişikliklerle de polislerin istediğini durdurup kimlik sorma, zor kullanmaya ve kuvvetin derecesini kendi belirleme yetkileri yasalaşmış oldu.

İnsan haklarında eskiye dönüş

Cezasızlığı ve işkencecileri teşvik edici nitelikteki her iki değişiklikle hukuksuzluğa karşı tepkisiz bir kamuoyu yaratılmasının önü açılırken işkencenin önlenmesinde gerekli ve yararlı olan koruma haklarına ilişkin düzenlemeler bertaraf edilip etkisizleştirilerek güvencesiz ve denetimsiz bir gözaltı süreciyle, sistematik işkence yöntemlerine başvurulmasına uygun koşulları yaratıldı. Suç işleyen terörle mücadele görevlileri için tanınan kurumsal adli yardım, avukat yardımı alan görevlilerin kendi belirledikleri avukatları da içine alacak biçimde genişletildi. Böylece keyfi şiddet kullanımının önü açıldı ve polisin tutum ve davranışlarında giderek artan bir sertlik ve haliyle işkencede eskiyi aratmayan ciddi bir artış yaşandı.
Özellikle PVSK’de yapılan değişikliğin ardından polis kurşunuyla veya polisin uyguladığı diğer şiddet yöntemleri sonucunda meydana gelen ölümler, yaralanmalar, işkence olayları polisin vakayı adiyeden uygulamaları halini aldı. Böylece uzun bir süredir geniş kamuoyunun gündeminden düşmüş işkence meselesine de yeniden biraz yakından bakmak olanağı doğdu ve çokça sarfedilen “işkenceye sıfır tolerans” sloganının pratikte Türkiye’de herhangi bir değişiklik yaratmadığı da öğrenilmiş oldu.

“işkenceye sıfır tolerans” slogandan ibaret

Kimi zaman kısmi sayısal düşüşlerin gözlendiği işkence vakalarında 2007 yılına gelindiğinde önceki yıla göre dikkat çekici bir artış kaydedildi. Bu durum Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) raporlarında da kendini gösterdi. TİHV Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri Raporu’na göre 2006 yılında işkence ve kötü muamele gördüğü gerekçesi ile TİHV’nin işkence tedavi merkezlerine başvuran kişi sayısı 337 iken, 2007 yılı içinde TİHV’in Adana, Ankara, Diyarbakır, İstanbul ve İzmir’deki 5 merkezine işkence ve kötü muamele gördüğü gerekçesiyle 452 kişi başvurdu. 293’ü erkek, 159’u kadın ve 33’ü çocuk olan bu 452 kişiden 320’si aynı yıl içinde işkence gördüğünü beyan etti. 2006’da ise bu sayı 252 idi.
İnsan Hakları Derneği’nin, 5 kişinin gözaltında öldüğünü belirlediği 2007 verilerine göreyse 687 kişi işkence gördüğünü beyan etti. Birer kişinin elektrik verme ve Filistin askısı, 4 kişinin de falaka uygulandığını anlattığı derneğin açıklamasına göre mağdurlar soğuk su, çıplak bırakma, uyutmama, aç bırakma, tuvalete çıkarmama, kaba dayak, hakaret, küfür, çeşitli tacizler, bıyık yolma ve benzerleri gibi 30 çeşit işkence yönteminin uygulandığından şikâyetçi oldu.

Gözaltı merkezlerinde değil sokakta işkence

TMY ile PVSK’de yapılan değişikliklerin işkence ve kötü muamele ile polisin özellikle gösteriler sırasında orantısız güç kullanımının önünü açtığını bu verilerden görmek de mümkün. TİHV raporunda da belirtildiği gibi en yüksek değerleri gösteren ağır kaba dayak, aşağılama ve hakaret etme gibi işkence ve kötü muamele yöntemleri ile 2007 yılında karakollarda, açık alanda veya sokakta işkence ve kötü muamele gören başvuru sayısının yüksek olması arasında kurulacak doğru orantılı ilişki bize işkencenin gözaltı merkezlerinden sokağa taştığını gösterdi. Eskiden sorguda bilgi alma amacıyla yapılan işkence halen bir sorgulama yöntemi olarak uygulanırken aynı zamanda PVSK’de yapılan değişiklikle artık korku veya gözdağı vermek, cezalandırmak ya da otorite kurmak güdüsüyle yapıldığını da ortaya koydu. Gözaltı merkezlerinde gözaltı süreci başlatılmadan, defterlere kayıt düşülmeden, arabada, meydanda ya da sokakta kaba dayaktan başlayıp hakaret ve tehdidin kullanıldığı bu işkence vakalarının kaydı olmadığı için hukuki bir süreç başlatılmasının da önü kesilmiş oluyor. Şikâyet olduğunda ise olay dışarıda gerçekleşmiş olduğundan gözaltı merkezi üzerinden işlem yapmak mümkün olmuyor ve işkencenin cezasız kalması kolaylaşıyor. Özel olarak eğitilmiş görevlilerin çalıştığı gözaltı merkezlerinin varlığı, kayıt dışı işkence vakalarındaki artış, bedensel iz bırakmayan işkence yöntemlerinin daha yaygın kullanılmaya başlanması, farklı yörelerdeki işkence yöntemleri arasında gözlemlenen benzerlikler sistematik işkencenin devam ettiğini gösteren önemli emareler aslında.

Her çeşit işkence var

Mağdurların anlatımına göre ağır kaba dayak, aşağılama, hakaret etme gibi yöntemler başta olmak üzere öldürme tehdidi, diğer tehditler, işkenceye görsel ve işitsel tanıklık, yakınlarının yanında işkence yapma, anlamsız itaat etmeye zorlama, vücudun tek bir noktasına sürekli vurma, saç, sakal, bıyık yolma, aşırı fiziksel aktiviteye zorlama, soğuk ortamda bekletme, biber gazı sıkma, cinsel taciz, haya burma gibi işkence yöntemlerinin kullanıldığı tespit edildi. Mağdurların maruz kaldıkları kaba ve vahşi uygulamalar sonucunda oluşabilecek kırıklar, organ yaralanmaları ve kaybı, kulak zarı yırtılması gibi çeşitli ağır travma tabloları ile karşılaşıldığı anlatılan TİHV 2007 yılı tedavi merkezleri raporunda fiziksel tanıların yanı sıra başvurularda başta akut stres bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğu olmak üzere çeşitli ruhsal bozukluklar da saptandığı belirtildi.