Duygu Ertürk
Türkiye Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu sözcüsü Abdullah Aysu, Türkiye’de yaşanmaya başlanan gıda krizinde, hükümetin çiftçiler yerine IMF ve Dünya Bankası’nı dinlemesinin etkili olduğu görüşünde.
Dünya Çiftçiler Günü olan 17 Nisan’da Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Çokuluslu Şirketlerin Gıda Krizine Etkileri’ başlıklı panele katılan Aysu, “Dünyadaki gıda krizinin nedeni IMF, Dünya Bankası ve AB ortak tarım politikasıdır. Bu politika, çiftçiye verilen desteği azaltma, tarımsal kredi faizlerini piyasa düzeyine çıkarma, çiftçilere dayanak oluşturan tarımsal KİT’leri özelleştirme ve tarımda kullanılan suyu ücretlendirme politikasından başka bir şey değildir” diyor.
Aysu, krizin altında yatan diğer sebepleri şöyle sıralıyor:
Biyoyakıt üretimi: Afrika’nın 15 ülkesinde çok geniş tarım arazileri biyoyakıt üretimine ayrıldığını belirten Aysu’ya göre, gıda için kullanılacak toprakların otomobil depolarına ayrılması büyük bir insanlık suçu.
Endüstriyel tarım modeli:Aysu’ya göre beş yıldır sürdürülen endüstriyel tarım, verimliliği arttırmıyor, tam tersi, insanları açlığa ve sefalete sürüklüyor.
Abdullah Aysu, çiftçilerin tek isteklerinin IMF ve Dünya Bankası’nın sağlıksız reçetelerinden arınmış, bağımsız, demokratik, sosyal kısaca çiftçi üretimine dayanan bir tarım programı olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Çiftçiler bir süredir aktif bir mücadele içindeler, öyle ki, Dünya Ticaret Örgütü’nün yanlış politikalarını bile askıya almayı başardılar. Ancak bu konuda sizlere; gençlere, üniversitelilere hatta işçilere ihtiyacımız var. Ortak mücadelemiz büyümeli!”
“Hükümet, gıda egemenliğini kendi elleriyle uluslararası sermayeye verdi”
Bu konuda görüşlerini aldığımız Tütün-sen Genel Başkanı Ali Bülent Erdem, esas problemin dünya gıda zincirinin az sayıdaki çokuluslu şirketin eline geçmesi olduğu görüşünde. “Gıda kontrolünün şirketlerin eline geçmesi demek, milyonlarca çiftçinin toprağından, üretimden kopması ve milyarlarca insanın gıda güvenliğinin tehdit altına girmesi demektir” diyor. Çokuluslu şirketlerin, sözleşmeli üreticilik yöntemiyle üretime ait her şeye müdahale etme hakkı kazandığını belirten Erdem, bu yöntem nedeniyle çiftçinin emeği üzerindeki denetimini kaybettiğinin ve ürettiği ürüne yabancılaştığının altını çiziyor.
Üzüm-sen Genel Başkanı Adnan Çobanoğlu’na göre ise, gıda savaşlarının en önemli nedenlerinden biri biyoyakıt kullanımı. AB’nin konunun ciddiyetini henüz kavrayamadığını iddia eden Çobanoğlu, “Biyoyakıt, sera gazına karşı bir alternatif. Ancak biyoyakıtların üretim sürecinde harcanan enerji daha fazla. Toprak, gıda dışı amaçlarla kullanılıyor. Hem daha pahalı, hem daha zararlı” diyerek AB’yi, biyoyakıtı yalnızca enerji boyutuyla ele aldığı için eleştiriyor.
ABD’nin Irak’ı esas işgal sebeplerinden birinin tarımsal faaliyetler olduğunu öne süren Çobanoğlu, buna kanıt olarak ABD’nin işgalden hemen sonra Irak’ın bütün tohum kaynaklarına el koyup ABD’li bir şirket olan Monsanto’nun denetimine vermesini gösteriyor. Çobanoğlu’na göre Türkiye ise, işgale gerek kalmadan, çıkartılan Tohum Yasası ile ülkedeki tohum ve gen bankalarının denetimini çokuluslu ABD şirketlerine satarak, gıda egemenliğini uluslararası sermayenin eline vermiş durumda.
GDO’lu ürünleri almayın!
“Dünyadaki gıda savaşlarını ve açlığı giderecek olan çiftçilerin üretmeye devam etmesidir” diyen Çobanoğlu bu konuda umutlu.
”Her şeyin bir dibi var; gelinen nokta bu. Başka kurtuluş çaresi olmadığı noktada, direnmeyle birlikte bu sorun çözülebilir. Çünkü çiftçiler ve tüketiciler hem haklı, hem de çoğunluk” diyor.
Ancak bu konuda sadece çiftçilerin sesinin yetersiz kalacağının, tüketicilerin de üstüne düşen görevleri yerine getirmesi gerektiğinin altını çizen Çobanoğlu’na göre tüketiciler marketlerde satılan genetiği değiştirilmiş markalı gıda ürünleri yerine köy pazarlarından alışveriş yaparak, biyoyakıta ve iklim değişikliğine yol açan büyük barajların yapımına karşı çıkarak, etiketli ürünlerde “Genetiği Değiştirilmiş Organizma” (GDO) ibaresinin bulunmasını talep ederek çiftçi direnişine katkıda bulunabilirler.