Nazlı Hazal Tetik
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Eminönü Belediyesi ve İstanbul Valiliği tarafından düzenlenen Babıali şenlikleri kapsamında gerçekleştirilen medya konulu arama konferansında gazetecilğin günümüzde kar amaçlı bir ekonomik faaliyete dönüştüğü, bunun sonucunda da gazetecilerin de günü kurtarmaya yönelik birer figüran haline geldiği vurgulandı.
Şenlik kapsamında 19 Haziran’da Çemberlitaş’ta bulunan Basın Müzesi’nde gerçekleştirilen “Medya Gerçeği: Dünü, Bugünü, Yarını” başlıklı konferansa konuşmacı olarak Bilgi Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Esra Arsan, Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Melda Cinman, Maltepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Betül Çotuksöken, Galatasaray Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nurdoğan Rigel, Cumhuriyet Gazetesi’nden Şükran Soner, Birgün Gazetesi’nden Ahmet Tulgar konuşmacı olarak katıldı.
1984 yılında gazeteciliğe başladığını belirten Yrd. Doç. Dr. Esra Arsan basının ikitelli’ye taşınmadan önceki “Babıali dönemi”nde sendikanın güçlü varlığı nedeniyle medya patronlarına karşı gazetecilik faaliyetlerinin başarıyla savunulabildiğini anlattı. Arsan, dünyadaki ekonomik değişimin Türkiye’yi de değiştirdiğini, bunun sonucunda basın sektöründe gazetecilik örgütlerinin varlığının zayıfladığını, sonuçta da gazeteciliğin bundan zarar gördüğünü vurguladı.
Reklamveren düzeltebilir mi?
Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Melda Cinman da gazeteciliğin iki var oluş amacını, “halkı bilgilendirmek” ve “halkı manipüle etmek” olarak tanımladı. Medyanın iş adamlarının ve holdinglerin elinde olduğunu her bir gün yenisi eklenen Doğan, Çalık, Ciner vb. grupların medyayı tekelinde tuttuğunu belirterek, bu işadamlarının da yalnızca “kar maksimizasyonu” amacına hizmet ettiklerini söyledi. Cinman, mevcut sistemle ortaya çıkan kötü durumun ancak reklamverenlerin zorlamasıyla daha düzeyli bir yere çekilebileceğini kanısında olduğu anlattı.
Maltepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Betül Çotuksöken ise gazeteciliğin toplum ve etikle olan ilişkisine değindi. Var olan parametreler ve olması gerekenleri “insan dünya bilgi” çerçevesinde değerlendirerek iletişim fakültelerinin mercek altına alınması gerekliliğini, karar vericilerin yapmaları gerekenleri etik tabanlı hukuk kapsamında değerlendirmelerinin önemini vurguladı.
Galatasaray Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu öncelikle 1980 sonrası Türkiyesi’ne panoramik bir bakış açısıyla yaklaşarak yozlaşmayı yine medya patronlarının sermaye hırsıyla değerlendirdi. Gazeteciliğin de küreselleştirici üç büyük güç olan “IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası” ekseninde yer almaya başladığını, sermaye ve siyaset içinde büyük bir erozyona uğradığını belirtti. “Fast Thinker” mantalitesinden yola çıkmış, günü kurtarmaya odaklı bir gazeteci tipinin oluştuğunu, büyük holdinglerin düşünceyi tekel altına alıp suni gündemler yarattıklarını ve tüm bunlar sonucu bağımsız gazeteciliğin neredeyse “ütopik” bir kavram haline geldiğini söyledi. İnceoğlu, medyanın diğer 3 kuvvet – yasama yürütme yargı- karşısında dengeleyici bir 4.kuvvet olarak yer alması gerektiğini ancak artık bunu yapamaz hale geldiğini belirterek bunun nedenlerini eğitim sistemi ve sözlü kültürden hala yazılı kültüre geçiş yapamamış köylü toplumuna bağladı.
“Homoerotik” gazeteciler
Cumhuriyet Gazetesi’nden Şükran Soner insanlık tarihinde dünden bugüne yaşanan 3 büyük savrulmanın “gazetecilik, iletişim, eğlence” alanlarında olduğunu söyledi. İnsana aykırı bir emperyal düzen içinde gazetecinin beynini ele geçirme politikasından, insanın beynine yabancılaşmasından söz etti. “İliştirilmiş gazetecilik” üzerinde durarak bunun büyük bir tehdit olduğunun altını önemle çizdi. Çalışma ilişkilerindeki kirlenmenin en profesyonel halinin medyada yaşandığını, medyanın bu konuda adeta bir lokomotif görevi gördüğünü belirtti.
Birgün Gazetesi’nden Ahmet Tulgar da “iliştirilmiş gazetecilik” terimine sahip çıkarak günümüz gazeteciliğinin böyle bir yöne girdiğini bunun da kaliteyi öldürdüğünü söyledi. Bunun en çarpıcı örneği olarak da başbakanın bindiği uçağa doluşan gazetecileri ve etrafında adeta “emir subayı” gibi dizilerek ona hayran hayran bakmalarını gösterdi. Bunun da libidoyla ilgili bir şey olduğunu,onların bu tavırlarını “homoerotik” bulduğunu açıkladı. Gazeteciliğin devlete karşı mesafeli olmasının önemine dikkat çeken Tulgar gazetecinin bir güçle ilişki kurmaya başladığı andan itibaren tarafsızlığını kaybedeceğini belirtti bu sebeple de “devlet sırrı” diye bir şey olduğu sürece “devlet dışı gazetecilik” anlayışının da varlığını koruması gerektiğine vurgu yaptı.
Fatih Terim’in fırçasına çıt yok
Konferans süresince akademisyenler ile gazeteciler arasında çoğu zaman bir çekişme yaşandığı gözlerden kaçmadı. Bir kısım tirajların çok düşük olduğunu Türk insanının gazete okumadığını savunurken, diğer kısım Türklerin dünya üzerinde en çok gazete okuyan milletlerden biri olduğunu belirtti. Gazeteye ve gazeteciliğe olan aşkını yaşamından alıntıladığı anılarla katılımcılara paylaşan İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nurdoğan Rigel’in sözleri ise ortamı gerginleştirdi. Rigel katılımcılardan birinin sorduğu soru üzerine “Günümüz gazetecileri figüran!” demesi üzerine ortamda bulunan gazetecilerden sert tepkiler aldı. Rigel ise istifini bozmayarak kendisinin de 10 sene gazetecilik yaptığını ama günümüzde bu işlerin böyle yürüdüğünü söyleyerek kendini savundu. Örnek olarak da Fatih Terim’in geçtiğimiz günlerde yapılan bir basın toplantısında toplantıdaki Türk basın mensuplarına verip veriştirmesine rağmen hiçbirinin tepki göstermemesini hatırlattı.