En tuhaf “türban” yazısı




Sevgili arkadaşlar, siz çok ciddi bir kavram kargaşası yaşıyorsunuz.
Yasayla anayasayı karıştırıyorsunuz. 411 adet elin kanla yazılmış bir temel metni; bir felsefeyi “sorunsuz” değiştirebileceğini varsayıyorsunuz.

Felsefeci İoanna Kuçuradi’nin anayasa kavramına getirdiği tanıma bir bakalım mı önce? “Bir grup, bir başka gruptan siyasi bağımsızlığını kazandığında, yani yeni bir devlet kurulduğunda, günümüzde insanların yaptığı ilk iş, bir anayasa hazırlamaktır. Siyasal bir birim olarak devletin iç yapısı ya da anayasası, başka bir deyişle belirli bir devlette devletin nasıl kurulduğu, çeşitli devlet tipleri arasındaki farkı oluşturur. Bu rejim farkından daha temel bir farktır ve aynı rejimin farklı ülkelerdeki işleyişini de etkiler.”

Anlamadınız mı? Peki bir de şöyle anlatayım… Sevgili bir üstadım toparlamış…

ABD Anayasası: 1775-1783 arası kolonyal İngiliz güçlerine karşı verilen uzun ve kanlı bir savaştan sonra kabul edilmiştir. En önemli değişikliklerin başında gelen köleliğin kaldırılması ise ( 13th amendment) iç savaş ile gerçekleştirilebilmiştir.

İngiliz Anayasası: Hemen İngiliz Anayasası diye bir şey yok ki demeyin. Evet, İngiliz Anayasası’nın kökenleri Magna Carta (1215)’ ya dayanır ve onun üzerine kuruludur. Şekil yönüyle de Yahudilerin Talmud’unu çağrıştırır. Yazılı olmayan, geleneğe ve tarihe bağlı kurallar sistemi. Ancak biraz tarih bilenler de bilir ki, bugünkü İngiliz yasaları, Cromwell’in I. Charles’a karşı ayaklanması (1642-1650 arası; ilk burjuva devrimi olarak da kabul edilir) sonucunda, daha sonra II. Charles’a kabul ettirdikleri Habeas Corpus (1679)’a dayanır. Bunlar da kapı gibi yazılı kurallardır. Yani İngiliz Anayasası vardır ama diğerlerine benzemez. Bu savaş da epey kanlı olmuştur.

Fransız Anayasası: Söylemeye gerek yok herhalde: 1789 Fransız devrimi. Kan mı dediniz?

Japon Anayasası: (1947) General Mc Arthur neredeyse kendi elleriyle yazmıştır bu anayasayı. Hiroşima ve Nagazaki epey ikna edici olmustur sanırım.

Alman Anayasası: (1949) Müttefikler dikte ettirmişlerdir.

İtalyan Anayasası: (1949) Müttefikler dikte ettirmişlerdir.

Rus Anayasası: (1993) Yeltsin’in tankların üstündeki görüntüleri hâlâ gözlerimizin önündedir sanırım. Diğer yandan onu önlemeye çalışanlar da hapsi boylamıştır. Kelleleri uçmadıysa, bunu Kızıl Ordu’nun saf değiştirmesi ve kanlı bir yönetim değişimine yol açmamış olmasına borçludurlar.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası: (1924) Kurtuluş Savaşı; (1960) askeri darbe, (1982) askeri darbe… Üç anayasa da epey bir kan üzerine inşa edilmiştir, değişik nedenlerden olsa da…

Şimdi bu işbirlikçi arkadaşlar anayasamızın “laiklik” taşını kaldırıp atıyor. Ne tarihten, ne felsefeden, ne sosyolojiden ne de laftan anlıyorlar…
ABD ve İngiltere bunlara, “Yürü koçum kim tutar seni…” dedi ya…
Oysa kurucu felsefe ile oynuyorsun… Kılıç çekiyorsun. Kime? 88 yıl önce bu toprakları o Müslüman katillerine vermeyenlere… Müslümanların katilleriyle işbirliği yapan sen değil misin? Bu adamlar 88 yıl önceki aynı katiller değil mi? Masalarında hâlâ o haritalar dolaşmıyor mu? Yanlış yaptınız. Mertçe; karşımıza çıkarak; “Kemalizmi yıkacağız, manda olacağız…” diyerek ve delikanlı gibi kan dökerek yapmadınız. Öte mahallenin itlerini arkanıza alıp kaçak güreştiniz. Şimdi adam seçiyorsunuz… Yanınızda üç tane Neo-İslamcı, dört tane eski solcu aydın… Karşınızda şahsiyetsiz bir muhalefet, üniformalarını hızla epriten bir üst yapı… O 411 el “gerçekte” kaç kişiyi temsil ediyor? Göreceğiz… Söz bitmiştir. Kansız olmaz. Ben demiyorum… Tarih diyor.