Yunanistan’ın kırmızı çizgilerinin de bizden aşağı kalır yanı yoktur aslında. Bunlardan biri de Yunanistan’ın neden 1990’lı yıllarda Slobodan Miloseviç’in rejimi destekleyen tek NATO (ve daha sonra AB) ülkesi olduğunu sormak olsa gerek mesela. Yugoslavya’nın bölünmesiyle sonuçlanacak olan Balkanlar’da yaşanan kanlı savaş sırasında Yunanistan nasıl olup da Sırbistan’a koşulsuz destek verebilmişti? Miloseviç ve Radovan Karadziç’in işlediğini dünya alemin bildiği insanlık suçlarına Yunanistan nasıl olup da ortak olabilmişti?
Takis Michas’in Unholy Alliance: Greece and Milosevic’s Serbia in the Nineties (Günah İttifakı: Doksanlarda Yunanistan ve Miloseviç’in Sırbistan’ı) adlı kitabı Yunanistan’ın ana akım medyası, yerleşik düzen savunucuları ve tabii milliyetçi politikacıları için kolay yenilir yutulur cinsten değil. Michas, araştırmasında Yunanistan’ın etnosentrik yapısındaki büyük payın Ordodoks Kilisesine düştüğünü savunurken, Yunan toplumundaki irrasyonel tavırlarda azınlıkları tanımama ve Amerikan karşıtlığının izlerini sürer. Anlayacağınız dünya çapında saygın bir gazeteci ancak kendi topraklarında epeyce tartışmalı bir isimdir Takis Michas.
31 Ocak Cumartesi günü Eleftherotypia’nın bu ünlü gazetecisi, Berlin merkezli Avrupa İstikrar İnsiyatifi (ESI) adlı bir STK’nın Açık Toplum Enstitüsü’nden finansal destek alarak çektiği filmlerden biri üzerine tartışmak için İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeydi. Yunanistan üzerine yapılan 50 dakikalık Aleksander’ın Gölgesi adlı belgeselden sonra Takis Michas ve 13 yıldır Türkiye’de yaşayan ve konuk üniversitede gazetecilik dersleri veren Yunanlı meslektaşı Ariana Ferentinou kürsüye geldi. Güllük gülistanlık bir Yunanistan portresi çizen belgeselin ardından iki gazeteci de ayakları yere basan yorumlarla Türk-Yunan ilişkilerinde medyanın rolünü sorguladı. Önce söz alan Ferentinou, iki ülke arasındaki dengelerin her zamanki gibi pamuk ipliğine bağlı olduğunu, gazetecilerin bu dengeyi tiraj ve reyting kaygısıyla sık sık bozduğunu söyledi. “Eğer on yıl geçtikten sonra hâlâ bu noktadaysak biz gazeteciler görevimizi yapmamışız demektir” diyerek okları medyaya çevirdi. Gazeteci olarak karamsar ancak eğitmen olarak iyimser olduğunu vurguladı. Bunlar konuşulurken daha bir gün önce Yorgo Hristodulu adlı bir muhabir elinde Yunan bayrağı Kardak Kayalıkları olduğunu iddia ettiği bir yerde poz veriyor ve bu asparagas haber manşete çekilebiliyordu. Zaten çok geçmeden buranın Kardak olmadığı ortaya çıkmıştı. 13 yıl sonra aynı yara kaşınmaya çalışılıyor, Atilla Olgaç vakasıyla beraber Türk karşıtı yorumlar haftalarca gündemden düşmüyordu. Bütün bu gelişmeler Ferentinou’nun karamsarlığının bir sağlamasıydı adeta.
Michas’a gelince, o da haber ve haberciliğin temellerinden bahsettikten sonra Balkan medyasında bu ilkelerin adeta her gün yerle bir edildiğini söyledi. “Chomsky’nin hedefi yanlıştı” dedi alaycı bir şekilde. Evet, Irak işgali sırasında New York Times bile pekala milliyetçi yayın yapmıştı ama yanlışlarından dönmesini de bilmişlerdi. “Chomsky Amerikan medyasını yerden yere vuracağına keşke Balkanlara baksaydı”. Ne de olsa burada her Allahın günü milliyetçilik yeniden üretiliyordu. Hatta birgün kendi gazetesi manşetten “Savunma Bakanlığı’na göre Türk uçakları Yunan hava sahasını ihlâl etti” diye yazınca okurlardan nasıl şiddetli tepkiler yağdığını anlattı. “Savunma Bakanlığı’na göre” de ne demekti? Okurların böyle bir kaynak kullanımına tahammülü olamazdı. Son söz olarak Michas, “doğrusu gazeteciliğin geleceğinin internette olacağına da inanmıyorum” dedi. Ona göre arkasında haberi besleyecek merkezler ve finans kaynakları olmadan ciddi gazetecilikten söz edilemezdi. Bu söylenilenler Takis Michas’ın muhalif duruşu hakkında fikir sahibi olanlar için şaşırtıcı değildi, olsa olsa belgeselin yarattığı Polyanna havasını biraz bozmuştu. Eh, artık o kadar da olsundu.