Samur kürk olsa…

Bir yanda 13 milyar dolara ulaşan büyük bir kürk endüstrisi bir yanda da derileri yüzünden öldürülen hayvanlar. Hayvan hakları savunucuları da tıpkı kürk üreticileri gibi, tüketiciyi, karşı tarafın haksızlığı konusunda ikna etmeye çalışıyor.

Türkiye’de kürk karşıtı mücadelenin en etkili oluşumu olan Kürke Hayır Platformu 2003 yılından beri tüketiciyi bilinçlendirme kampanyaları düzenliyor. Kampanyalarında kullanacakları sloganı belirlemek için bir yarışma düzenleyen KHP’nin kürk konusundaki tavrı çok net: Cinsi ya da katlediliş biçimi ne olursa olsun hiçbir hayvan kürkü yüzünden öldürülmemeli.

Öte yandan üreticileri, kürkün bir ihtiyaç olduğunu tavuk üretmekle ve tilki üretmek arasında bir fark olmadığı iddiasında.

Son yıllarda sürekli büyüyen kürk sektörü, tüketicileri ikna konusunda kürk üreticilerinin daha başarılı olduğunu gösteriyor. Bu durum kürk karşıtlarının durumu tersine çevirmek için yeni açılımlara ihtiyacı olduğu gösteriyor.

Haber ve kamera:
Mehmet Filoğlu Efecan Kağanoğuzbeyoğlu

Çocuklar santralistanbul’da günlerini kutladı

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi koordinasyonunda Santral İstanbul’da yapılan etkinlikler ile kutlandı. Eyüp İlçesi’ndeki çeşitli ilköğretim okullarından gelen 250 öğrencinin katıldığı kutlamalarda Resim, T-Shirt boyama, oyun ve kolaj gibi çeşitli atölye çalışmalarıyla çocukların bu günün anlamını kavramaları, kollektif bir bilinç sahibi olmaları ve eğlenirken öğrenmeleri sağlandı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Dolapdere, Kuştepe ve Santralİstanbul kampüsleri çevresindeki semtlerde düzenli çalışmalar yapan Çocuk Çalışmaları Birimi kutlamaları gelenekselleştirmeyi planlıyor.


İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi
Santralİstanbul
Kazim Karabekir Cad. No:1 34060 Eyüp / İstanbul
Tel: (212) 311 75 67 Faks: (212) 311 78 03

Haber: Mert Çimen
Kamera: Emre Sayacan

Spinoza Bilgi’deydi…

İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile üniversitenin Spinoza Çalışmaları Çevresi grubu tarafından düzenlenen “Spinoza Günleri” başlıklı konferans geçtiğimiz hafta yapıldı. Türkçe’ye Cema Bali Akal ve Reyda Ergün tarafından yeni çevrilmiş olan Spinoza’nın, Teolojik-Politik inceleme kitabının geniş kitlelere tanıtılması amaçlanan konferansta Spinoza’nın felsefesi tartışıldı. Üniversitenin Dolapdere Kampusu’nda 14-15 Kasım tarihleri arasında yapılan konferansta Benedictus de Spinoza’nın, Tractatus Theologico-Politicus (TTP) isimli eserinde ortaya koyduğu temel konuların günümüzün başat sorunlarını da tanımladığı belirtildi.

Cezaevlerindeki tecrit sorunu masaya yatırıldı

Sivil toplum kuruluşları, insan hakları savunucuları ve demokratik kitle örgütleri tarafından düzenlenen Türkiye Hapishaneleri’nde Tecrit Gerçeği adlı sempozyum İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusü’nde 16 Kasım Pazar günü yapıldı. Sempozyumda tecridin tıbbi, psikolojik ve hukuki boyutu ele alınırken hekimler de tecridin insan sağlığı üzerinde yarattığı tahribata ilişkin yaptıkları araştırmalardan örnekler verdi.

Dünya Hekimler Örgütünün de davetlileri arasında olduğu sempozyum İnsan Hakları Derneği, Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Birliği (TUYAB), Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (TAYAD), Tutuklu Aileleri ile Dayanışma Derneği (TUAD), Toplum ve Hukuk Araştırmalar Vakfı (TOHAV) ve Türkiye İnsan hakları Vakfı (TİHV) tarafından düzenlendi. Daha önce tecrit sorunun yaygın olarak yaşandığı F tipi cezaevinde kalmış tutuklu ve hükümlüler ile tutuklu yakınlarının yoğun ilgi gösterdiği sempozyumda işkence görmüş ve bu yüzden sakat kalmış kişiler de sorunun çözümünü talep etti. Devlet yetkililerin, tecridi sadece siyasi tutukluların sorunuymuş gibi yansıtmaya çalıştığı belirtilen sempozyumda, tecridin sadece tutuklu ve hükümlüleri değil, insanlığı ilgilendiren bir sorun olduğu vurgulandı. Sempozyumda tecridin tıbbı, psikolojik etkileri doktor Şükran Erençin ve Veysi Ülgen tarafından bilimsel araştırmalarla desteklenerek anlatıldı.

Sempozyumda İnsan Hakları Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Ümit Efe, tecrit uygulamasının yaygın olarak yaşandığı F tipi cezaevlerinin açılmasına 8 yıl önce karşı çıktıklarını ve tecrit uygulamasının kaldırılması için hala çabaladıklarını söyledi. Tecritin insanın kişilik haklarına aykırı ve sessiz bir ölüm olduğunu ifade eden Efe, tecritteki insanların her gün işkencelere maruz kaldıklarını da sözlerine ekledi.TAYAD temsilcisi Süleyman Acar konuşmasında hükümetin cezaevlerindeki tecritten ve işkenceden ölen tutuklulardan hiçbir rahatsızlık duymadıklarını belirterek, bu ölümlerin yetkilileri memnun ettiğini öne sürdü. Yeni F tipi cezaevlerinin yapıldığın da vurgulayan Acar hükümetin tecridin kaldırılmasına yönelik bir adım atmayacağını da söyledi.

Bölünen Almanya

 

Çağdaş Alman fotoğraf sanatından örneklerin sunulduğu “Temsil Eden, Temsil Edilen” sergisi
Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde izleyicileriyle buluşmaya devam ediyor. Sergide, Almanya’da son yıllarda gelişen; hiçbir ekole, bölgeye ya da egemen üsluba dahil edilemeyen ayrışık bir sanat çevresinden gelen 10 fotoğraf sanatçısının seçilmiş eserleri yer alıyor. Ülkenin bölünmüş olduğu yıllarda büyüyen kuşağın son temsilcileri olan sanatçılar bu bölünmüşlük duygusunun kendilerinde yarattığı değişimleri objektiflerinden sanatseverlere aktarıyor. Küratörlüğünü Thomas Weski’nin üstlendiği, Goethe Institut İstanbul’un Türkiye’de Alman Kültür Esintileri Programı çerçevesinde gerçekleşen sergi 3 yıldır Dünya’nın çeşitli ülkelerini dolaştıktan sonra son olarak İstanbul’a konuk oldu. 29 Kasım’a kadar devam edecek olan “Temsil Eden, Temsil Edilen” sergisi pazartesileri dışında her gün 11.00 – 18.30 arasında ücretsiz olarak izlenebilir. Mili Reasürans Sanat Galerisi: Teşvikiye Cad. No: 43 – 57 Teşvikiye


Sergide yer alan sanatçılar

Laurenz Berges, Albrecht Fuchs, Karin Gieger, Claus Goedicke, Uschi Huber, Matthias Koch, Wiebke Loeber, Nicola Meitzner, Peter Piller ve Heidi Specker.


Haber:Mert Çimen
Kamera:
Emre Sayacan

Niyetsiz Şah-Mat


Doğaçlama Tiyatro Türkiye’de de hızla gelişiyor. Ülkemizde de önceden televizyonla birlikte büyük kitlelere ulaşma fırsatı bulan doğaçlama tiyatro alanına, Duru Tiyatro da Şah-Mat isimli oyunla katıldı.

Niyetsiz tiyatro olarak da bilinen tiyatronun bu türünde, oyuncular daha önceden yazılmış herhangi bir metine bağlı kalmaksızın, o an geliştirdikleri repliklerle oyunu sürdürüyorlar. Bu durumda elbette, oyuncunun doğaçlamaya yatkınlığı ve pratik zekası büyük önem taşıyor. Şah-Mat oyununun belli bir düzlemi yani konu başlıkları var. Bir takım Şah adını alırken diğer takım ise Mat adını alıyor. Ve bu iki takım daha önceden belirlenmiş konu başlıkları altında yeteneklerini sergiliyor. İki takımdan hangisinin daha başarılı olduğuna da seyirci karar veriyor. Seyirciler aynı zamanda Oyuncuların gösterecekleri anlık kabiliyetlerin dışında oyunun gidişatını belirleyen en önemli unsur. Sahnede sergilenecek olan oyunun kimi zaman konusunu belirleyen izleyiciler kimi zaman da sahnede kullanılacak objelerin ne olacağına, oyuncuların oyuna başlarken hangi pozisyonda duracağına, hatta oyuncuların hangi dilde konuşacaklarına bile karar verebiliyorlar. Elbette oyunun düzlemi çerçevesinde!

Bu etkileşimin koltuklarında iki saat boyunca sabit duran izleyiciler için sahnedeki gösteriyi daha cazip kıldığı bir gerçek. Seyirciler; kendilerinden gelecek farklı fikirlerin ve senaryoların, sahnedekilerin performansını arttıracağının farkında. Elbette seyirciler de bu “komedi”’nin bir parçası oldukları için daha iyi vakit geçiriyorlar.

On bir kişilik genç ve profesyonel bir oyuncu kadrosuna sahip olan Şah-Mat’ın sanat yönetmenliğini Türkiye’de doğaçlama tiyatro konusunda söz sahibi iki önemli ismi Sevda Çevik ve Kadir Çevik üstleniyor. Klasik tiyatroda bir sonraki oyuna hazırlanmak için gerçekleştirilen “Prova” yönteminden farklı olarak bu oyunda oyuncular bir araya gelerek bol bol alıştırma yapıyorlar. Hocalarıyla birlike önceki oyunların kayıtlarını izleyerek, yanlışlarını gören oyuncular böylece kendilerini daha da geliştirme fırsatı buluyorlar.

Şah-Mat 18 Ekimden beri her Perşembe, Cumartesi ve Pazar günü Moda’daki Duru Tiyatroda izleyiciyle buluşuyor.

Efecan Kağanoğuzbeyoğlu
Mehmet Filoğlu

Trombonla alaturka: Hasan Gözetlik


Müzik dünyası 18 yaşındaki bir tromboncuyu konuşuyor. 13 yaşındayken Sezen Aksu’ya eşlik ederek dikkat çeken Hasan Gözetlik, özellikle klasik ve caz müzik orkestralarında dinlemeye alıştığımız enstrümanını popüler müziklere uyarladı. Bu sayede İbrahim Tatlıses’ten Candan Erçetin’e bir çok müzisyenle çalışma fırsatı buldu.

Bergamalı, müzisyen bir ailenin çocuğu. Kemanla çok erken yaşlarda tanıştı. Öğrenimi sürdürdüğü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nı kazanınca hocaları “Keman ufak bir alet, sen iri yarı bir adamsın, o parmaklarla çalamazsın” diyerek Gözetlik’i trombona yönlendirdi.

İlk röportajını SantralHaber’e veren Hasan Gözetlik, perküsyoncu Engin Gürkey’le İstanbul’da Hayal Kahvesi ve Babylon’da konserler veriyor.

Kamera:Erim Hüner

Bosna’da Savaş Sonrası Televizyon

İstanbul Bilgi Üniversitesi Televizyon Haberciliği ve Programcılığı Bölümü Öğretim Görevlisi Haluk Üçel’in “Bosna’da Savaş Sonrası Televizyon” belgeselinin uzun versiyonu ilk kez 3 Kasım 2008’de üniversitenin Kuştepe yerleşkesinde gösterildi.



Kapitalizmin devrimci simgesi

santralistanbul, Küba devriminin önemli aktörlerinden Ernesto Che Guevara’nın Alberto Diaz Korda tarafından çekilen portre fotoğrafının, devrimsel içeriğinden çıkıp hızla üretilen ve çoğaltılan bir tüketim aracı haline gelmesini anlatan, kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. “Korda’nın Objektifinden Che” sergisi, devrimsel içeriğinden çıkıp bir tüketim aracı haline gelen bu portreden, 30’un üzerinde ülkede üretilmiş fotoğraf afiş, film, ses, giysi ve eşyaları bir araya getiriyor. Sergi 2 sene önce İngiltere’nin başkenti Londra’daki Victoria ve Albert Müzesi’nin yanı sıra ABD, İtalya, İspanya, Hollanda ve Portekiz’in önde gelen müzelerinde de ziyaretçilerle buluşmuştu.

En çok kopyalanan fotoğraf

Küratörlüğünü Trisha Ziff’in üstlendiği ve Riverside Kaliforniya Üniversitesi’ne bağlı UCR/Kaliforniya Fotoğraf Müzesi tarafından düzenlenen sergi, Alberto Korda’nın 1960 yılına ait “Guerrillero Heroico” (Kahraman Gerilla) isimli Che Guevara portresinden yola çıkıyor. Fotoğraf Ernesto Che Guevera’yı devrimci mücadelenin evrensel bir sembolü haline getirirken, aynı zamanda bir tüketim ikonuna da dönüştürdü. Fotoğraf tarihinin en çok kopyalanmış imgesi olarak kabul edilen bu ikon fotoğraf, on yıllardır düzen karşıtı düşünce ve eylemlerin de simgesi olarak kullanılırken bugün aynı zamanda kahve fincanından tişörte, anahtarlıktan kartpostala milyonlarca objeyi süsledi. Alttan çekilmiş, heykel izlenimi veren bir imge olan Guerrillero Heroico, Che’nin Küba hükümetinde tarım ekonomisinden endüstri ekonomisine geçişten sorumlu olduğu sırada, 5 Mart 1960 günü yapılan bir toplu cenaze töreninde çekilmişti. Küratör Trisha Ziff, eski bir moda fotoğrafçısı olan Alberto Korda’nın çektiği bu portreyi, “Korda, sosyalist gerçekçilik döneminde yaygın görülen, efsaneleştirilmiş kahramanlığın görsel dilini kullanmakla birlikte Che’nin klasik, hatta ‘İsavari’ duruşunu vurguluyor. Che’nin gizemli bakışında ise hem kararlılık hem de arzu bir arada izleniyor,” şeklinde tanımlıyor.

31 Aralık’ta bitiyor

Çok çeşitli öğelerden oluşan bu koleksiyon, fotoğrafın devrim sırasında ortaya çıkışından, hızla üremiş olan günümüzün ticari görünümlerine uzanan çizgisini izliyor. Sergi, Korda’nın Che’sinin, çok çeşitli uyarlamalarla hem en ince yorumlara bile direnen, hem de her tür değişime açık bir simgeye dönüşmesini ortaya koyuyor. Serginin ana fikrine tam da uygun şekilde, sergilenen Che tişörtlerinin serginin misafirleri tarafından satın alınmak istenmesi Korda’nın işlerinin ne kadar yerinde olduğunun göstergesi olarak görülebilir. “Korda’nın Objektifinden Che” sergisi 31 Aralık 2008’e kadar santralistanbul Ana Galeri’de gezilebilir.


Devrimin portresini çeken fotoğrafçı

Asıl adı Alberto Díaz Gutiérrez (14 eylül 1928-25 Mayıs 2001) olan ancak Alberto Korda olarak tanınan Kübalı fotoğrafçı deklanşöre dokunduğu o andan sonra geçen neredeyse yarım asırlık sürede Che’nin kendisinin önüne geçti. Demiryolu işçisi bir babanın oğlu olarak Havana’da dünyaya gelen Korda, fotoğrafçılığa başlamadan önce birçok işte çalıştı. Fotoğrafa başlama sebebinin “Kadınlarla tanışmak” olduğunu söyleyen Korda amacına ulaştı ve ilk evliliğini Kübalı model Natalia Menendez ile yaptı. Küba gazetesi Revolución için 1960 yılında fotoğrafçılık yaparken en ünlü fotoğrafını çekti.

Bir tesadüfün yarattığı ikon

CIA tertibi olduğundan şüphelenilen bir patlamada yüzden fazla Kübalı’nın ölümünün ardından düzenlenen cenaze töreninde Alberto Corda objektifini Başkan Fidel Castro’ya, ardından cenazeye katılan ünlü konuklara, Simone de Beauvoir ve Jean Paul Sartre’ye çeviriyordu. Devrimci hükümetin bir üyesi olan Ernesto Che Guevara’yı ise kalabalığın arasında yalnızca iki kez görüntüleyebildi. Bu iki fotoğrafın birinde Che’nin kararlı ve sert bakışları sanki uzaklara dalmış gibiydi. Fotoğraf, ertesi günkü gazete haberinde kullanılmadı, ama tüm dünya üzerinde dolaşmak üzere önce Corda’nın odasında, ardından İtalya’dan gelerek Corda’yı da ziyaret eden Küba devrimi hayranı, varlıklı bir aydın ve yayınevi sahibi olan Gian-Giacomo Feltrinelli’nin koleksiyonunda yer aldı. İtalyan yayıncı Feltrinelli, 1967’de Bolivya’ya yaptığı bir başka ziyaretin ardından CIA faaliyetlerinin Bolivya’da arttığını ve Che Guevara’nın da yakalanacağını anlayarak, muhtemelen bu tehlikeye dikkat çekmek için İtalya’ya döndüğünde elindeki resimden baskıları kullanarak posterler yaptı ve İtalya’da binlerce panoyu bunlarla donattı.

Che’nin sonunu hazırladı

Aslında tam da bu görünürlük hali Che’nin sonunu hazırlıyordu. Sergi üzerine yapılan tartışmalara katılan tasarım tarihçisi David Crowley’e göre Che, kendi imajının kurbanı oldu. “Yüzünün tanınırlığı onu çatışmada ele verdi ve devrimin yüzünü ölü göstermek isteyen ABD tarafından ölüme mahkûm edildi”. Che, 1967 yılının Ekim ayında CIA destekli Bolivya ordusu tarafından yakalanarak öldürüldüğünde ünü çoktan Latin Amerika’yı aşıp tüm dünyaya yayılmıştı. CIA ajanı Felix Rodriguez, Guevara’yı tutsak edildiği odada infaz edecek olan çavuş Mario Teran’ı uyarıyordu: “Sakın yüzüne ateş etme. Boynundan aşağısına nişan alacaksın!” Hem Che Guevara’nın çatışma sırasında yaralandığı süsü verilecek, hem de o yüzün ikon haline gelmiş görüntüleri yerine, dünyanın hafızasına ölü bir yüz kazınacaktı. Planlanan yapıldı. Ölümünden sonra Che Guevara’nın yüzü; gözleri açık, avurtları çökmüş, saçları sakallarına karışmış şekilde tüm dünyaya gösterildi, ama yine de akıllarda bu resim değil, Che’nin fotoğrafçı Alberto Korda tarafından bir cenaze töreni sırasında çekilen “Kahraman Gerilla” portresi kaldı.

Korda bir tek telif davası açtı

Bu fotoğraf sahibine sorulmaksızın sayısız defa yayımlansa da Korda bir Küba Pesosu bile kazanmadı. Fakat en sonunda 2000 yılında izin almadan fotoğraf kullanan bir votka firmasına dava açtı. Davanın nedenini, “Che’nin uğrunda öldüğü görüşleri destekleyen biri olarak, bu fotoğrafın onun anısını yaşatmaya ve dünyadaki sosyal adaleti sağlamaya çalışanların kullanmasına karşı değilim, fakat alkol gibi ticari nesnelerin reklamını yapmak için Che’nin şöhretini kullananların kategorik olarak karşısındayım” diye açıklayan Korda, “Eğer Che yaşasaydı o da aynısını yapardı” diyerek kazandığı 50.000 doları Küba Sağlık Sistemi’ne bağışladı. Korda, devrimden sonra 10 yıl boyunca Fideal Castro’nun kişisel fotoğrafçılığını yaptı. 2001 yılında Paris’te kalp krizi sonucu öldü.

Haber-Kamera: Güneş Doğan

İstanbul’un suyu, Santral’ın otoparkı

Santralİstanbul yerleşkesi, İstanbul’un belki de en güzel otoparkına sahip. Tümü granit parke taşıyla döşeli bu alan, bahar ve yaz aylarında önemli kültür ve sanat faaliyetlerine, konserlere ev sahipliği yapabilecek kadar büyük. Otoparkın, 6 Ekim 2008’den itibaren para karşılığı kullanılması planlanıyordu. Ancak 2 Ekim günü, yerleşkenin Kazım Karabekir Caddesi’ne bakan ana girişinin altından geçen İSKİ’ye ait su isale hattının patlaması, bu girişi devre dışı bıraktığı gibi otoparkta paralı uygulanmanın da ertelenmesine neden oldu.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Teknik İşler Koordinatörü Akın Barlas, Alibeyköy ve Gaziosmanpaşa gibi büyük yerleşimlere içme suyu ulaştıran bu hattaki zaafiyeti iki yıl önce, Santralİstanbul’un altyapı çalışmaları sırasında fark ettiklerini ve İSKİ’ye bildirdiklerini söylüyor. Ancak konunun bürokrasiye takılması nedeniyle geçen süre zarfında bir gelişme kaydedilememiş.

Barlas, gerçekte daha kısa sürebilecek yenileme çalışmasının yaklaşık bir aydır devam etmesini konunun birden fazla muhatabının olmasına bağlıyor: “Aynı alandan doğalgaz hattı ve yüksek gerilim kabloları da geçiyor. Bu nedenle sadece İSKİ adına çalışmaları yürüten müteahhit firma değil, İGDAŞ ve BEDAŞ gibi kurumlar da sürece dahil oldu. Bu kurumların hepsini bir araya getirmek ve koordinasyon içinde çalışmasını sağlamak zaman alıyor.”

Herşeye rağmen çalışmaların dört gün içinde sona ermesi planlanıyor. Ancak bu, Santralİstanbul girişinin ve otoparkın hemen kullanılabileceği anlamına gelmiyor. Çünkü çalışmanın sürdüğü zeminin tamir edilmesi ve araç geçisine uygun hale gelmesi gerekiyor. Bu çalışmalar İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı kurumlar tarafından gerçekleştirileceği için kesin bir tarih verilemiyor. Barlas, zemin tamirinin gecikmesi durumunda sorunun üniversite yönetimi tarafından çözülmeye çalışılacağını belirtiyor.

Haber: Erim Hüner
Kurgu: Ertan Önsel