Nıvart Taşçı
nivartt@gmail.com
Roma’da düzenlenen ve Birleşmiş Milletler üyesi 181 ülke temsilcisinin katıldığı Gıda Zirvesi dün (5 Haziran) sona erdi. Toplantılarda açlık ve gıda krizinin çözülebilmesi için tarım araştırmalarına ve verim artırıcı sistemleri hayata geçirecek yatırımlara ihtiyaç duyulduğunu savunan hükümet yetkilileri, zirve sonunda bütçelerinden ayıracakları payları açıkladı. Beş yıl içinde 1.5 milyar dolar tarım yatırımı yapacağı sözünü veren Fransa ve İslam Kalkınma Bankası bu listenin başını çekiyor. Ayrılan bütçeler, küçük üreticilerin tohum ve gübre gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasını, tarımsal altyapı çalışmalarına ağırlık verilmesini, yüksek verim sağlayacak tohumlama sistemlerine geçilmesini ve hastalık, tarım zararlıları gibi doğal afetlerle mücadele edilmesini sağlayacak yatırımlara harcanacak.
Diğer yandan, şimdiye kadar uygulanan tarım politikalarının masaya yatırılmadığından, çiftçilerin ve küçük üreticilerin karar alma süreçlerinden tamamen dışlandığından ve biyoyakıtlarla ilgili hiçbir bağlayıcı karar alınmadığından yakınan birçok sivil toplum kuruluşu (STK) temsilcisi Roma Zirvesi’nde gelinen noktadan memnun değil.
Roma Gıda Zirvesi’ni topa tutanların başında aynı tarihlerde çiftçi ve sivil örgütlenme liderlerini bir araya getiren alternatif Terra Preta zirvesi katılımcıları geliyor. Tarımsal ticaret kurallarının tarımsal ihracatı gerçekleştiren ülkeler tarafından belirlenmesine karşı çıkan STK temsilcileri, siyasi ve ekonomik elitlerin, dünya tarımını uluslararası şirketlerin denetimine sokmak için gıda ve iklim krizinden faydalandıklarını düşünüyor.
STK’ler, forum sonunda yayınladıkları deklarasyonda, dünyanın en büyük gıda ve tohum kartelleri Monsanto ile Cargill şirketlerinin kar oranlarını sırasıyla yüzde 108 ve yüzde 86’ya, dünyanın en büyük gübre üreticisi Mosaic’in ise karını yüzde bin 134’e çıkardığını hatırlatarak, BM himayesinde Gıda Egemenliği Komisyonu adıyla yeni bir temsilciliğin kurulması çağrısında bulundular. Tüm dünyadan yüzlerce tarım kuruluşunun altına imza attığı bu çağrının temel dayanağını şu ifade özetliyor: “Yeryüzünü besleyen küçük ölçekli gıda üreticilerine saygı gösterilmesini ve destek verilmesini istiyoruz. Gıda ve iklim krizinin uzun vadeli, sürdürülebilir ve adil çözümü, ülkelerin ve toplulukların tarım politikalarına kendi koşullarına göre karar verdiği Gıda Egemenliği’dir.”
Tarım alanları hala biyoyakıt üreticilerinin
Tarım ve Gıda Örgütü Başkanı Jacques Diouf’un, Roma Gıda Zirvesi’nin açılış konuşmasında verdiği bazı istatistikler, başta ABD ve Brezilya olmak üzere kimi ülkelerin temsilcilerini rahatsız etti. Diouf, “Sağduyu ve iyi niyet sahibi insanlara, açlık çeken 862 milyon insanın en temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere 30 milyar dolar bulamadığımızı nasıl açıklayacağız” diye sordu. 2006’da silahlanmaya ayrılan bütçenin 1 trilyon 200 milyar dolar, tek bir ülkenin atık yemek maliyetinin 100 milyar dolar ve obez tüketim maliyetinin 20 milyar dolar seviyelerinde dolaştığını açıkladığı konuşmasında Diouf, karbon ticareti ve biyoyakıtlara da değindi.
Diouf’un, ABD’nin beslenme amacıyla üretilen 100 milyon ton hububatın “yakıt olarak kullanılabilecek” hale dönüştürülmesi için bir yılda yaklaşık 12 milyon dolar harcadığını hatırlatması, ABD tarım bakanlığı genel sekreteri Ed Schafer’in tepkisiyle karşılaştı. Diouf’a “daha nazik ve sakin olabilirdiniz” şeklinde sitemde bulunan Schafer’e göre biyoyakıt üretiminin fiyat artışlarındaki etkisi yüzde 3’ü geçmiyor. Oysa FAO’nun son raporu, fiyatlardaki artışın yüzde 20-30’unun, 2005-2007 arası küresel hububat ve buğday kullanımındaki artışın yüzde 59’undan sorumlu biyoyakıtlardan kaynaklandığını gösteriyor.
Şeker kamışı tarlalarını biyoyakıt üretimine ayıran Brezilya’nın devlet başkanı Luiz Inacio Lula da Silva ise biyoyakıt konusunda kendisine yöneltilen eleştirilerin ikiyüzlü olduğunu söyledi. “Elleri petrole ve kömüre bulananların parmaklarını biyoyakıtlara çevirdiğini görmek beni üzüyor” diyen da Silva, biyoyakıt konusundaki fikir ayrılığının boyutunu da ortaya koymuş oldu. Zirvenin son saatlerinde mısır fiyatlarının dünya piyasasında yükselişe geçtiği haberi geldi; fakat biyoyakıt üretimi ve kullanımının sürdürülebilirliği konusunda alınan tek karar, “derinlemesine araştırmaların yapılması gerektiği” oldu.
Dolar yeşili “yaşil” devrim
Kırsal kesimin yüzde 80’inin hayatını tarım faaliyetlerinden kazandığı Afrika toprakları, açlık ve gıda krizinin en yoğun hissedildiği bölgeleri içeriyor. FAO’nun ev sahipliğini yaptığı zirvenin gündem maddelerinden biri de Afrika topraklarına hayat verecek “Yeşil Devrim” projesi oldu. Bugün Afrika nüfusunun üçte birini oluşturan 200 milyon insan açlıkla mücadele ediyor. Gıda fiyatları son 3 yılda ikiye katlandı. Hububat fiyatları 2007’den bu yana yüzde 74 arttı. Mısır, Kamerun, Senegal, Burkina Faso ve Madagaskar’dan isyan haberleri geliyor. Afrika şüphesiz, doğal kaynaklarını en verimli biçimde kullanmasını sağlayacak tarım politikalarına ihtiyaç duyuyor. Oysa çözüm bir kere daha Yeşil Devrim’de, daha doğru bir ifadeyle, daha önce denenmiş ve hezimetle sonuçlanmış olan, teknoloji odaklı anlayışta aranıyor. 2004’te 600 sivil toplum kuruluşunun FAO’ya gönderdiği mektup, 1970’lerde başlatılan Yeşil Devrim’in neden trajediyle sonlandığını şöyle özetliyordu:
“Yeşil Devrim’in başarısızlıklarından öğrendiğimiz bir şey varsa o da, tohum genetiğinde dış etkenlere cevap vermeyi sağlayan ‘yeniliklerin’, sosyo-ekonomik kutuplaşma, kırsal ve kentsel yoksulluk ve giderek büyüyen gıda sorunu ile beraber ilerlediğidir. Yeşil Devrim’in yarattığı trajedinin nedeni, teknolojiye bağımlı dar bir çerçeveden yola çıkılması, sosyal ve yapısal altyapının göz ardı edilerek açlığın tetiklenmesidir.”
Yeşil Devrim projesinin ana sponsorlarından ABD’li Rockfeller Vakfı, bu projenin 1950’lerde Asya ve Latin Amerika’da başlatılan ayağının itici güçlerindendi. Rockfeller bugünlerde, karmaşık tarımsal yapısı ve altyapı eksikliği nedeniyle es geçildiğini iddia ettiği Afrika’ya, 50 milyon dolarını ve deneyimlerini aktarmaya hazırlanıyor. Şimdiye kadar yatırımlarını sağlık alanına yoğunlaştırmış olan Gates Vakfı ise 100 milyon dolarla Afrika’ya giriş yapacak. Dünyanın en zengin vakfı Bill & Melinda Gates Foundation’ın sermayesi 60 milyar doları geçiyor. Hayata geçirilmesi planlanan bu uygulamalarda çıkış noktası olması gereken çiftçi, bir kere daha projede ulaşılan son nokta konumunda tutuluyor. Dolayısıyla geleneksel tohumlama sistemleri, doğal kaynaklar ve yerlilerin bilgisi göz ardı edilerek, özel şirketlerin “geliştirilmiş tohum varyeteleri” devreye sokulacak.
Afrika topraklarında otuz yıl evvel de aynı planla yola çıkılmıştı. Dünya Bankası ve IMF’nin hükümetler üzerindeki “yapısal düzenleme baskıları”, kamunun tarımdan elini çekmesi ve küçük üreticiye sunulan desteğin kesilmesi anlamına gelmişti. Projenin bugünkü halinde ise değişmiş olan tek bir “ayrıntı” var: Sponsorlar!