Apartheid kurbanları kurban peşinde




Nıvart Taşçı
nivartt@gmail.com

Johannesburg’un yoksul semtleri, birkaç gündür ‘insan avının’ yarattığı dehşeti yaşıyor. Ellerinde tüfek ve kesici aletlerle şehre dağılan yüzlerce kişi, öfkelerini kusabilecek bir “yabancı” bulmak üzere kapı kapı dolaşıyor. Sayıları tam olarak bilinmese de 3 ila 5 milyon arasında oldukları tahmin edilen, başta Zimbabwe, Mozambik ve Nijerya olmak üzere çeşitli Afrika ülkelerinden Güney Afrika Cumhuriyeti’ne gelen göçmen ve mültecilerin, yoksulluk ve işsizliğin sorumluları olduğuna inanan kitleler, evleri ve iş yerlerini yağmalıyor, insanları ölesiye dövüyor, geçtikleri heryeri, hatta insanları ateşe veriyor.

Hükümet yetkililerinin açıklamalarına göre, 21 Mayıs itibariyle ölenlerin sayısı en az 24. Kitlelerin saldırısından kaçarak karakollara ve kiliselere sığınanların sayısı ise 13 bin. Hafta başında ulusal çapta olağanüstü hal çağrısı yapan sivil toplum kuruluşları olayların “askeri müdahale gerektirecek noktaya” ulaştığı görüşünde.

En az 250 kişinin tutuklandığı şiddet olaylarını “utanç verici ve canice” olarak niteleyen Güney Afrika Devlet Başkanı Thalbo Mbeki ise “anarşinin kökünü kazıyacaklarını” açıkladı. Ama saldırıya uğrayan göçmen ve mültecilerin sığındığı yerlerden biri olan Merkez Metodist Kilisesi’nin başrahibi Paul Veryn’in açıklamaları tüyler ürpertici: “Saldırganlar belediyelerle, yetki sahibi kimselerle temasa geçmiş olmalılar; aksi takdirde bu insanların tam olarak nerelerde yaşadıklarını nereden bilebilirler? Olaylar açık biçimde dışarıdan yönlendiriliyor.”

Güney Afrika’nın makus kaderi!

Güney Afrika’nın özgürlük mücadelesinde bir dönüm noktası olarak bilinen Apartheid (ırk ayrımına dayalı devlet sistemi) rejimine karşı sürdürülen direnişin, Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) hükümetle uzlaşmaya varmasıyla sonuçlandığı 27 Nisan 1994’ün yıldönümü, yüzyılların mağduriyetinin yarattığı etkinin bir çırpıda açıklanabilir ve aşılabilir olmadığını bir kere daha gösteriyor. Ülkede ilk kez bütün ırklardan vatandaşların eşit oya sahip olacağı adil bir seçimin kararlaştırılması ve Nelson Mandela’nın Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyah cumhurbaşkanı olması Güney Afrika topraklarında 400 yıl hüküm süren sömürgecilik ve Apartheid rejimini aşmak için yeterli koşulu sağlamamış görünüyor.

Arkasında büyük ölçüde muhafazakâr ve sağcı bir nüfus bırakan rejim değişikliğinin toplumsal yapıda yarattığı tek farklılık, çoğunluğunu beyazların oluşturduğu üst sınıfa eklenen az sayıdaki siyah orta sınıfın varlığı. Yoksulluğun rengi ve ölçüsü ise, ekonomik büyümenin son beş yıldır yüzde 5’in üzerinde seyreder şekilde sabitlendiği Güney Afrika’da baki kaldı. Bugün gelinen noktada, ırkların eşitliği için verilen mücadelenin 14. yıl dönümünde, Güney Afrika’da yaşayan “yabancılar” sokaklarda katlediliyor.

Kardeş kardeşi vuruyor

Güney Afrika Cumhuriyeti gelir dağılımının en eşitsiz olduğu ülkelerden biri. Her 100 kişiden 58’si işsiz; nüfusun yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve HIV taşıyıcılarının oranı % 13. Evlerin % 24’ünde elektrik bağlantısı, % 32’sinde şehir suyu, % 69’unda sıcak su yok.

ANC iktidarı süresince refah düzeyi çoğunluğunkiyle kıyaslanmayacak ölçüde artan küçük bir azınlığın varlığı ve rejim değişikliğinin getirdiği özgürlüklerden yarar sağlayan beyazlar, şiddet ve hastalığın hüküm sürdüğü yoksul semtlerdeki kitlelerin öfkesinin asıl kaynağı gibi görünüyor.

Ne var ki, öfkeli kitleler yaşam koşullarından beslenen nefretlerini, benzer koşullardan kaçarak Güney Afrika’ya sığınan Kara Afrikalılardan çıkarıyor. Son bir haftada uluslararası medyaya da yansıyan şiddet olayları aslında çok daha önceye dayanıyor. Başkent Cape Town’da Somalili seyyar satıcılara düzenlenen saldırılar, Johannesburg’dan kalkan trenlerle apar topar sınır dışı edilen veya insanlık dışı koşullara sahip tutukevlerinde alıkonan göçmenler, “tüm dünya tek ülkede” sloganıyla kendini “gökkuşağı ülkesi” olarak niteleyen Güney Afrika Cumhuriyeti’nin artık sıradanlaşmış durumlarından.

Bir vaka olarak yabancı düşmanlığı

Afrika kıtasıyla özdeşleşmiş göç kavramı ve olası etkileri üzerine araştırmalar yürüten Güney Afrika Göç Projesi’nin (SAMP) verilerine göre Güney Afrika Cumhuriyeti, Botswana ve Namibia yabancı düşmanlığının dünyada en sık görüldüğü ülkeler arasında. Öyle ki, göçmen ve mülteci karşıtı duygular sosyo-ekonomik ve demografik kategorileri aşmış durumda. Genç veya yaşlı, siyah ya da beyaz, eğitimli veya eğitimsiz halkın büyük çoğunluğu, ekonomik istikrarsızlığın ve işsizliğin asıl sorumluları olarak “iş hırsızları” diye adlandırdıkları yabancıları görüyor.

Rapora göre halk, “Afrika ülkelerinden gelen yabancılara, özellikle de ‘yasadışı göçmenler’ sınıfındakilere karşı adeta tutarlı bir husumet” besliyor. Son on yılda, Afrika ülkeleri dışında Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinden de yoğun göç alan 49 milyon nüfuslu Güney Afrika Cumhuriyeti’nde yaşayan yabancıların büyük çoğunluğunu 3 milyon Zimbabweli oluşturuyor. Araştırmada ortaya çıkan ilginç bulgulardan biri de, katılımcıların % 90’dan fazlasının olumsuz duygular beslediklerini söyledikleri bu insanlarla hemen hemen hiç doğrudan temas kurmamış olmaları.

Siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın her geçen gün katlanarak arttığı Zimbabwe’ye ilişkin istatistikler de bir o kadar korkutucu boyutlarda. Devlet başkanlığını 30 senedir Robert Mugabe’nin sürdürdüğü 13 milyon nüfuslu ülkede enflasyon oranları son açıklanan rakamlara göre % 355 bin. BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) resmi verileri ülkede 3 milyon insanın açlıkla savaştığını ortaya koyuyor. Salgınların ve kuraklığın son bulmadığı ülkeden güney komşusuna, yani Güney Afrika Cumhuriyeti’ne iş bulma umuduyla geçenlerin sayısı günde 3 bini buluyor.

Yine mi medya!

SAMP’ın medyada çıkan haberlere ilişkin yaptığı araştırma, nesnesini yitirmiş bu öfkenin beslendiği bir diğer önemli kaynağı gözler önüne seriyor. Televizyon ve gazetelerde çıkan yabancılarla ilgili haberler ağırlıklı olarak negatif unsurlar barındırıyor, göçmen ve mülteciler “suçlu”, “yasa dışı” ve “yerlilerin işini çalan” gibi sıfatlarla anılıyor ve şüphesiz bunu yapan yayın organları herhangi bir kanıt gösterme sorumluluğunu dahi göstermiyor.

Söz gelimi, yabancılarla ilgi haberlerin dörtte birinin “suç” temalı olması, okuma-yazma bilmeyenlerin sayısının 12 milyonu bulduğu Güney Afrika Cumhuriyeti’nde basını doğrudan yönlendirici olmaktan çok, nefret denkleminin dolaylı bir bileşeni konumuna sokuyor. Siyasi liderlerin söylemlerinin de bu yönelimde etkili olduğunu vurgulayan uzmanlar, yabancı düşmanlığı ve sosyal adaletsizliğin ANC iktidarı boyunca beslendiğini savunuyorlar.

ANC’nin üst düzey temsilcilerinden, Nelson Mandela’nın eski karısı Winnie Madikizela Mandela’nın, çıkan olaylara karışanlar için “Bunlar sizi burada istemeyen Güney Afrikalılar değil, sadece katiller” demesi, hükümetin sorumluları marjinalize etme anlayışının somut göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.