Akreditasyon gerekli ama objektifse




Ergenekon soruşturmasıyla ilgili Susurluk hükümlüsü eski özel harekatçı İbrahim Şahin’in savcılık sorgusunda söylediklerini haberleştirmesinden sonra Genelkurmay Başkanlığı’nın, Radikal gazetesinin akreditasyonuna sınırlama getirdiği haberleri hep tartışılagelen uygulamayı yeniden gündeme getirdi. Akreditasyon uygulaması nedeniyle sıklıkla eleştirilen kurumların başında gelen Genelkurmay Başkanlığı’nın sınırlaması en çok İslami tandanslı ya da muhalif kimliğe sahip gazete ve televizyon kanalları ile bu kurumlarda çalışan gazeteci ve köşe yazarlarına uygulanıyor. Giderek bir cezalandırma aracına dönüşen akreditasyon uygulamasıyla ilgili basın meslek örgütleri temsilcileri ile gazeteciler sorularımızı yanıtladı.

İsmet Berkan (Radikal Gazetesi Yayın Yönetmeni):
Akreditasyon uygulamasının kişiler için gerekli olduğunu düşünüyorum. Ancak savunma, basbakanlık, emniyet ve diplamasi muhabirleriyle sınırlı tutulması gerekir. Parlamentonun akreditasyon uygulamasında, muhabirler için Parlamento Muhabirleri Derneği’ne üye olmak gerekiyor. Bu derneğe üyelik için de belli bir süre sarı basın kartı taşımış olmak gerekiyor. Yani kıdeme bakılıyor. Başbakanlık, dışişleri ve savunma muhabirleri için de güvenlik soruşturması yapılıyor ki bence bu da doğrudur. Zünkü bu arkadaşlar gizli belgelerin olduğu yerlerde dolaşıyorlar. Öte yandan bu uygulama dünyanın bir çok ülkesinde de var. Bunun ötasinde akreditasyonu sürdürme şartları için objektif kriterler geçerli. Spesifik olarak bir gazeteci için yalan haber yazmama, yazılan haberden doğan cevap hakkına uymak gibi mesleğin özüyle ilgili objektif kriterler olmasında fayda var. Ama dost kurum ya da daha az dost olan kurumlar gibi ayrıma gidilerek akreditasyon uygulaması yapılması kimi basın kurulaşlarında çalıyan gazeteci arkadaşlarımızın ve kurumunun habere ulaşmasını, okuyucusunun da o haberden mahrum kalmasını beraberinde getiriri ki bu da sansürdür. Kurumsal değil bireysel akreditasyon olmalıdır diyorum.

Alper Görmüş (Taraf gazetesi yazarı):
Akreditasyon neredeyse bütün dünyada uygulanıyor. Bu biraz çalışmanın düzenlenmesiyle ilgili. Aslında biçimsel olarak düzgün bir şekilde yürütülürse, prensipleri doğru konulursa faydalı olabilecek bir uygulama. İşin düzenini, disiplinini sağlıyor. Yani düşünün bir çok kurumdan söz ediyoruz. Her birinin temsilcisi var bu bir kargaşaya yol açabilir. Dolayısıyla en azından işlevsel olduğu da anlaşılıyor. Ama şu noktadan sonra düzgün yürütülmediği taktirde problemler başlıyor. Yani evet, mevcut veriler çerçevesinde konuşuyorsak, yani medyanın yapılanması, modern hayatın getirdiği bir takım şeyler ve benzerlerini düşündüğümüzde bir anlamda gereklilik olduğunu söyleyebiliriz. Ama sonra “ama”lar başlıyor.
Genelkurmaya baktığımızda kendisiyle aynı düşünmeyen kişi ve kurumlar akredite olamıyor. Bu bir problem. Daha demokratik ülkelerdeki uygulama şudur; bir kurum gazetecilerden oluşan bir yapı oluşturur kişiler de o kuruma başvurur. Sözkonusu kurum başvuru yapan kişinin çalışmalarını, mesleki yeterliliğini inceler ve seçimi de ona göre yapar. Dolayısıyla eğer böyle işliyorsa bir mesele yok. Bir de şu var yani eğer kurum o kişinin baştan koyulan kurallar çerçevesinde çalışmadığını bağlı olduğu haber kuruluşuna düzgün bir şekilde bildirir, kurumda kabul ederse, haklısınız derse o zaman yeni bir gazetecinin çalışmasını kabul edebilir. Ama Türkiye’de bu zaten problem orada başlıyor. Adamın kaşına, gözüne, fikrine yönelik yoğun sorular soruldu mu bir süre sonra bu bir asabiyet yaratıyor. Daha sonra o gazeteciye karşı bir tepki başlıyor. Ve onu istemiyorlar. İstemez hale getiriyor. Türkiye’de bu uygulamayı bu açıdan tabiki problemli bulabiliriz. Hatta bazen çok daha problemli olabiliyor. Mesela, Başbakanın alınacakları kendisi belirlemesi. Bu da aynı mantık ve akreditasyonun tüm mantığına ters. Türkiye’deki demokratik terbiye meselesi değişik olduğu için de bu tür uygulamalar çok fazla soruna yol açıyor.
Bir de şu var. Son Radikal örneğinden gidersek akreditasyonun kurumlar üzerinden uygulanmaması gerektiğini söyleyebiliriz. Kurumları cezalandırmak ya da kurumlara itiraz etmek olmaz. Kişiyle ilgili olarak olmalı. Eğer Radikal’deki gazeteci karşılıklı olarak baştan konulan anlaşmalara uymuyorsa Genelkurmay o kişiyle çalışmak istememe hakkına sahiptir. Son örnekte de kurum doğrudan doğruya muhattap oluyor. Kurumu cezalandırıyor.
Radikal gazetesinin haberine kaynaklık eden belge bir savcılık tutanağıydı. Kamuoyunu ilgilendiriyordu ve haberleştirildi. Karşılığında Radikal’in akreditasyonun engellendi. Bunun doğru olduğu savunulamaz. Oradaki eleştiri halkın bileceği iştir. Diyelim ki Genelkurmay haklı olsa bile en fazla ilgili gazeteci örgütlerine şikayet edebilir ki zaten bunu da yaptı. Sonuçta Genelkurmay haksızlığa uğradığını düşünüyor ve gazetecileri haberlerini yaparken ilkelere uymadığı gerekçesiyle gazetelerin yüksek örgütüne şikayet ediyor. Bu son derece doğru olurdu. Biz de bravo derdik. Orada kalmadı, akreditasyonu feshetti. Haklı değil tabi.

Özer Yelçe (Basın Konseyi Genel Sekreteri):
Dünyanın her yerinde vardır bu akreditasyon. Örneğin Amerika Dış işleri bakanlığının toplantısına da her gazeteci giremez. Onlar da diyorlar ki; her gazete bize bir temsilci bildirsin, toplantılarımıza onlar katılsın. Bu her yerde uygulanan bir şey. Ama kesinlikle bu bir cezalandırma olarak uygulanmamalıdır. Ve kurumsal olarak uygulanmamalıdır. Yanlış veya kötü niyetli bir haber yazan bir geazetecinin haberi o gazetede yayınlanmış olabilir, muhabirin akreditasyonu kesilebilir ama kurumun akreditasyonu kesilmemeli. Biz Basın Konseyi olarak akreditasyonun kaldırılmasına çok sıcak bakmıyoruz. Bunu başbakanlık da, çalışma bakanlığı da yapıyor. Ama Genelkurmay ile Başbakanlık Türkiye’nin en önde gelen kuruluşları olduğu için dikkati çekiyor. Bizim bilmediğimiz bilmem hangi kentin valiliği de belki aynı uygulamayı yapıyor. Ama bize şikayet gelmediği için bunları bilmiyoruz. Genelkurmay’ın akreditasyon uygulamasının bir cezadan çok caydırıcılık özelliği var diyebilirim.

Ahmet Abakay (Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı):
Belli kurumlarda akreditasyon uygulaması var. Bu da doğaldır çünkü her birimin başka bürosu vardır buna göre belli yayın organlarından kimleri isteyeceği sorulur. Ama belirli ve bilinen kurallar çerzevesinde olması gerekir. Uzun süre parlamento muhabirliği yaptım, Meclis’te de bu geçerlidir. Şu kadar yıl basın kartı taşıyan kişi olsun diye isim istenir her sene kuruluşlardan. Onlar da bildirirler. Fakat başbakanlık en son 7 gazetecinin akreditasyonlarını iptal etti. Onlar da başbakanı sıkıntıya sokan sorular soran arkadaşlarımızdı. O zaman Başbakanlık Basın Müşaviri şimdi Radikal’de yazan Akif Beki’ydi. Başbakana kimin hangi soruya soracağına başbakanlık karışamaz. Hangi kurumdan hangi isim gelmişse ona itibar etmek zorundadır. O zaman başbakanlık genel yayın müdürlerini, yazı işleri müdürlerini de tayin etsin gibi bir garabet ortaya çıkar, bu asla kabul edilemez. Gazetecinin gazeteci olup olmadığına sadece kurumu karar verir.
Kurumlar gazetecileri akredite ederken kendileriyle aynı düşüncelerde olması gibi bir kıstas geliştiremez. Maalesef bu uygulama Genelkurmay’da da bürokraside de var. Akreditasyon uygulamasını her kurum bir cezalandırma mantığıyla hayata geçiriyor. Yani taraf oluyor ama gazeteler arasında taraf olmamalı. En önemli kriter kişi ve kurumun ne kadar objektif olduğu olmalıdır. Kurumları ya da kişileri kara listeler hazırlayarak cezalandırmak hiç doğru değil. Doğru haber verilmiyorsa zaten tezkip, tazminat ya da şikayet hakkı var. Son olayda Radikal’e verilen cezayı da doğru bulmuyorum. Herhangi bir haber yanlışsa dava açılır ama kurum akreditasyonu devam eder. Akreditasyon kurumlara karşı önyargıya ve cezalandırmaya dönüşüyor.

Nazlı Ilıcak (Sabah gazetesi yazarı):
Akreditasyon uygulaması ancak kuralları bildirilerek olabilir. Mesela başbakanlığa ya da Genelkurmay Başkanlığı’na hangi özelliklere ait gazetecilerin gireceği önceden kurallara bağlanmalıdır ama buradaki akreditasyon uygulaması daha çok sempatilere göre belirleniyor. Ya da yayımlanan bin haber kurumu eleştiriyorsa akreditasyon iptali beraberinde geliyor. Aynı şekilde Genelkurmay, belirlediği bir takım insanlar için itibarsızlaştırma aracı olarak akreditasyon vermiyor. Ben bunu yanlış buluyorum. Gazetecinin habere ulaşmasına yasak konulmuş oluyor.
Genelkurmay’ın yaptığı kurum ya da kişi akreditasyonlarında farklı düşüncelerde olan insanların akredite edilmemesi çok yanlıştır. Başyta belirttiğim gibi akreditasyonun objektif ve belirli kriteleri olması gerekir. Genelkurmay akreditasyon uygulamasını bir ceza olarak uyguluyor. Zaten kendileri de açıkladı. Bunu kamuoyunda bir itibarsızlaştırma olarak yapıyorlar. Sözüm ona akredite edilmeyen kişilerin tehlikeli ya da güvenilmez olduğu mesajını veriyorlar. Sonuçta bir askerin güvenmediği bir gazeteci kamuoyunda itibarını da kaybedebilir. Genelkurmay akredite edilmeme gerekçesi olarak, “O benim aleyhime yazı yazıyor. Faili mechul cinayetleri, darbe söylentilerini teşhir ediyor” diyemiyor ama “ben güvenmiyorum” mesajı vererek kişilere bir damga vurmuş oluyor.

Orhan Erinç (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı):
Akreditasyon konusunu yönetim kurulu olarak daha sonra görüşme kararı aldık. Kişisel görüşümü söylesem arkadaşlarıma ayıp etmiş olurum o yüzden sorularınaz yanıt veremeyeceğim.