Eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1993’te Kürt sorununun sadece askeri tedbirlerle çözülemeyeceği önermesinin doğru olduğunu, fakat PKK’yı askeri açıdan yenilgiye uğratmadan devletin herhangi bir reform yapmasının mümkün olamayacağını söylemişti. Demirel o çıkışını PKK’nın neredeyse bölgenin bazı kısımlarında “kurtarılmış bölgeler” oluşturma aşamasına geldiği sırada yapmıştı ve o nedenle söylediklerine ciddi bir itiraz gelmemişti.
İki yıl sonra (1995) Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, PKK’nın askeri gücünde ciddi bir gerilemeye yol açan geniş çaplı harekâtı başladı. Harekâtın dikkate değer bir askeri başarı anlamına geldiğinin iyice belirginleştiği günlerde, o sırada bölgede bulunan gazeteci Hasan Cemal, Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan’ın sözlerini şöyle aktarmıştı:
“Apo’nun tepesindeyken, PKK’yı önüne katmış kovalarken, bu psikolojik ortamda ne yapacaksan yapacaksın. Demokrasi paketi mi, demokratikleşme paketi mi, bu havadan istifade neyse çıkaracaksın…”
Herkes biliyor, öyle olmadı, “fırsat” kaçırıldı ve ondan sonra da ne fırsatlar kaçırıldı.
Geçtiğimiz günlerde başlatılan sınır ötesi harekâtla ilgili olarak iki temel soru var… Bir: Türkiye Cumhuriyeti devleti PKK’nın askeri olarak ağır bir yenilgiye uğratılmasını “fırsat” bilip Kürt sorununa ilişkin bir reform programını uygulamaya sokacak mı? İki: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin giriştiği harekâtın uluslararası kamuoyunda dikkat çekici bir sessizlikle karşılanması ne anlama geliyor? Harekât, Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş bir mutabakatın birinci bölümüne mi işaret ediyor?
Uzun yıllardır Kürt meselesinin bütün yönlerini yakından takip eden Ümit Fırat ve gazeteci İrfan Aktan Medyakronik için değerlendirdi…
‘Herkes, yapılan mutabakat çerçevesinde davranıyor’
– Harekâta uluslararası tepki çok cılız kaldı. Bu, bir mutabakatı mı ima ediyor?
– Bu operasyonla ilgili altının çizilmesi gereken nokta, ABD’nin hem Türkiye’ye hem de Kuzey Irak’taki Kürt yönetimine belli bir çerçeve çizmiş olmasıdır; şu ana dek Kürtlerden herhangi bir çatlak ses çıkmamasının nedeni de budur. Ne zaman Türkiye çizilen çerçeveyi aşar, ki gidişata bakılırsa böyle bir şey olmayacak, o zaman Kürtler seslerini yükseltir.
Bu operasyon daha öncekilere hiç benzemiyor. Daha önceki operasyonlarda Türkiye kimseden icazet almadan Irak topraklarına defalarca operasyon yaptı. Başında Saddam Hüseyin’in bulunduğu bir Irak’ın topraklarına başka bir ülkenin askerlerini sokması kimseyi rahatsız etmez, kimse ne yapıyorsun demezdi. Ama şimdi uluslararası camiada meşru sayılan bir Irak hükümeti, resmi olmasa da ABD’yle sıcak ilişkileri olan bir Kürt otonom devleti ve bölgede aktif rolü bulunan bir ABD var. Hal böyle olunca da Irak topraklarına asker sokmak kolay iş değildi. Türkiye’nin bu operasyonu gerçekleştirmek için uluslararası camiayı ikna etmesi gerekiyordu. Bu nedenle diplomatik alt yapısı özenle hazırlanmış bir operasyon düzenlendi. İkna edilmesi gerekenler edildi. Bunda Avrupa ve ABD’nin PKK’ya eskisi kadar sıcak bakmamasının, toleransının azalmasının da etkisi oldu.
Mevcut hükümetin, öncekilere kıyasla Kürtlere yönelik politikasının daha ılımlı olmasının, anti-Kürt yapıya sahip bir siyasi anlayışı olmamasının da etkisi var bu onayın alınmasında. Irak’taki federe Kürt gruplarına da bağırın ama sesinizi fazla çıkartmayın telkininde bulunulduğu kesin. Nitekim öyle de oluyor. Barzani’nin sesi geçmişe oranla hafif çıkıyor. Ama bu Türkiye basınının dediği gibi hizaya gelme değil. Yapılan mutabakat çerçevesinde davranıyor herkes. Zaten TSK, oradaki sivil halkla karşı karşıya gelse ya da onları hedef alan bir şey yapsa kimse sessiz kalmazdı.
– Bu mutabakat karşılığında Türkiye’den ne bekleniyor sizce?
– Operasyon için ABD’den onay alınırken, Türkiye ve federe Kürt gruplarından birbirleriyle aralarını düzeltmeleri istenmiş olmalı. Artık bu noktadan sonra Kürt devletinin bir legalite kazanması geri dönülmez noktaya gelmiştir. Bu yüzden, Türkiye’nin Kürt gruplarla arasını düzeltmesi koşulu bu mutabakatın kilit noktalarından biridir. Ama Türkiye’nin tüm kurumları başta TSK buna henüz hazır değil. Neler olacağını hep birlikte göreceğiz. Türkiye bu operasyonu sınırlı tutmak ve böylece tüm bölgeye bulaştırmamak konusunda güvence vermiştir. Belli bir noktaya kadar gidilecek, sonra da geri çıkılacaktır. Eğer bunu yapamazsa Türkiye çıkmaza düşer ve kendi Kürtlerini de kaybeder. Henüz kendi Kürtlerini kaybetmiş değil, zaten operasyondan sonra ikna ettiği ülkelere verdiği sözü yerine getirmek için yapılacak bir takım iyileştirmelerle mevcut kırılganlığı gidermeye çalışacaktır.
Türkiye, sınırötesi harekât için ABD ve AB’den diplomatik izinleri alırken Kürtlere yönelik bir takım sorunların çözümü için iyileştirici adımlar atacağına dair sözler vermiş olmalı. Kanımca hükümet de bu sorunun çözümünün askeri operasyonlarla olmayacağını farkında ve bir takım reformlar yapacak. Hükümetin sınırötesi harekâttan önce de yapmak istediği, ancak kimi kurum ve partilerin, “terör örgütünün dayatmalarını kabul ettiler” şeklinde muhalefet etmelerinden çekindiği için ertelemiş olduğu reformların hayata geçirileceğine dair ABD ve AB’ye söz verildi yani.
– Operasyon, reformlara bir tür meşruiyet sağlayacak yani… Peki, ne tür reformlar beklenebilir?
– Bu operasyonla elbette PKK askeri anlamda yenilmiş olmayacak, sadece mevzi kaybedip geriletilecek ama hem örgüte hem de muhaliflere karşı üstünlüğü eline geçirmiş olan hükümet böylece istedikleri reformları yapabilmek için de önünü açmış olacak.
Bu reformlar öyle çok köklü değişimler içermeyecek elbet; kültürel alanda Kürtçenin kullanımına ilişkin bir takım açılımlar, siyasi alanda örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin azaltılması ve Türklük temelinde kurulup Kürtleri inkâr eden anayasanın değiştirilerek vatandaşlık temelli bir hale gelmesi olabilir, bundan ötesi olmaz. Ama Türkiye Kürt sorununun çözümüne yönelik sivil siyasi bir perspektif sunmazsa hiçbir şey hallolmaz. Askeri operasyonlarla bu sorun çözülmez. Kendi meselelerini radikal biçimde çözme iradesi gösterilirse sorun hallolur. Bunun çözümünde adres de tüm siyasi partileri, kurumları ve yargısıyla Ankara’dır. Ve öncelikle bu yapıların kendi içinde bir mutabakata varması lazımdır.
Harekât Kerkük referandumuyla bağlantılı…
– Bu harekât neyi amaçlıyor sizce?
– Bence harekât, Türkiye’nin yoğun diplomatik faaliyetler sonucunda ancak 2008’e erteleyebildiği Kerkük referandumuyla bağlantılı… Bu kara harekâtı, referandum sonrası alacağı role yönelik Türkiye’nin bir yoklamasaydı bence. Referandum sonrası alacağı role göre yapılacak olası bir büyük harekâtın ön çalışması, bir bilinmezi çözmeye yönelik bir harekât bu. Türkiye doğrudan Kuzey Irak’ı işgale yönelseydi İran, Suriye, Kürtler ve elbette ABD’den büyük tepki alırdı. Bu bir yoklama harekâtıdır. Türkiye hem bölgeden gelecek tepkileri hem de kendi içindeki Kürtlerin buna nasıl tepki göstereceğini yoklamak istiyor. Yani askeri olmaktan çok diplomatik bir operasyona benziyor.
– Yani bu, söylendiği gibi asli amacı PKK’yı zayıflatmak olan bir harekât değil mi?
Bu operasyonun örgüte yönelik olduğu iddiası bir yere kadar doğru. Ancak ne TSK, ne de AKP hele de bu mevsimde kara harekâtıyla örgüt mensuplarını bertaraf edeceğine inanıyor olamaz. O zaman neden buna icazet veriyor sorusunun cevabı önümüzde bir yerel seçim olmasında gizli. Herkes AKP’nin 22 Temmuz seçimleri öncesinde de yine bir sınırötesi harekâtı gündeme getirdiğini unutuyor. Hatırlayın, AKP bir yandan sınırötesi harekâtın koşullarını yaratacak bir atmosfere yol açıyor bir yandan da biz bunu yapmayız diyordu. Milliyetçileri tavlamaya çalıştı, bir yandan da Kürtlere göz kırptı. TSK da buna çanak tuttu. Seçimlerde bu kadar oy alasının nedeni de buydu.
O dönemde AKP, muhalefetin tüm taleplerine rağmen, sınırötesi harekat gerçekleştirmeyeceğini söylemişti. Şimdi de yerel seçimler öncesi yine aynı taktiği uyguluyor. Yani bir savaş ihtimali gündeme geliyor ve haliyle Kürtler bundan çok ürküyorlar. Göreceksiniz yakın zaman içinde AKP sınırötesi harekâtın devam etmeyeceğini açıklayacak. Hatta tüm baskılara rağmen operasyonunun ve şiddetinin arttırılmaması için direndiğini iddia edecek. Böylece tekrar Kürtlerin AKP ye sarılması sağlanacak. Artık Kürtler açısından kültürel hak talebi anlamını yitirmeye başlamış durumda.
-Öne çıkan talep ne peki?
– 15 Şubat olaylarında Cizre’de köyünden ilçeye sürülen ailelerin çocukları panzerlerden çok esnafa taş attı. Esnafa yönelik tepki aslında varsıllara yönelik bir yoksulluk isyanıydı. Dolayısıyla Kürtler içinde de bir ayrışma var. Yoksullar artık PKK yanlısı iken varsıllar ve orta sınıf tamamen bunun karşısında duruyor denilebilir. Bu ayrışmanın neticesinde de marjinalleştirilmiş bir Kürt hareketi ve örgüte mesafeli bir Kürt orta sınıfı ortaya çıkacak. PKK marjinalleşecek, Kürtler içinde azınlık olacak ve şiddetin dozunu arttıracak. Ama sadece devlete karşı değil varsılları da hedef alan bir şiddet olacak bu. Yoksullar zaten DTP’nin tabanıydı, dolayısıyla AKP açısından da seçmenler bazında bir risk yok. Bu politikayla orta sınıf ya da yoksulluk sınırı üzerinde yaşayan kesimler DTP’den geri kazanılmaya çalışılıyor. Çünkü AKP’ye göre orta sınıfı kazanmak demek o bölgeye kesin olarak yerleşmek anlamına geliyor. Yoksuların içinden bir bölümünü de zaten bedava kömür ya da yiyecek yardımıyla kazanabileceğini düşünüyor. Bu noktada düşman gibi görünen AKP ile TSK arasında da bir mutabakat sağlanmış durumda. Çünkü TSK ile AKP’nin en büyük ortak noktası Kürt sorununa ilişkin DTP ve PKK’yi etkisiz kılmaktır. TSK, düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla Diyarbakır belediyesinin DTP’den alınıp AKP’ye verilmesi için elinden geleni yapar. AKP Diyarbakır’ı da alırsa zaten hiçbir şeyden nasiplenemediğini düşünen Kürt kesimi bu sefer sadece valiliğe değil belediyeye karşı da kin ve öfke duyacak. Yerel yönetimlerin de devletten yana olduğunu düşünmeye başladıkları anda da öteki olma hissi güç kazanacaktır. Ve bu kömür ya da yiyecek dağıtarak içinden çıkılacak bir sorun değildir. Devletin Kürt sorununu çözmeye ve barıştan yana tavır almaya niyeti varsa Diyarbakır belediyesi kesinlikle AKP’ye geçmemelidir.
– Operasyonun, reformlar için bir meşruiyet kaynağı olarak kullanılacağı yolunda görüşler var…
– Bu operasyon AKP’nin Kürt sorununa ilişkin yapacağı açılımlara tepkiyi azaltmak için yapılmamıştır. Çünkü AKP’nin herhangi bir açılıma niyeti yok. Kürtleri sadece böyle bir beklentiyle oyalıyor. Kürtlere sadece beklemelerini işaret ediyor. Operasyon yapacağım, DTP ve PKK’yi bertaraf edeceğim ve Kürt sorununu da çözeceğim izlenimi yaratıyor. Bu yok. Çünkü devletin Kürt sorununu çözmeye yönelik bir programı yok. Böyle olduğu için de PKK de savaşa yönelik hazırlıklarını daha da ciddi bir şekilde yürüttü. 2003’te Kürt sorununun çözümü için silahlı yöntem anlamını yitirmiştir diye açıklama yapan PKK, 2008’e gelindiğinde Kürt gençlerini dağlara çağırdı. Bu sadece ABD’nin Irak’ı işgaliyle PKK’de yarattığı bir beklentinin neticesi değil. Türkiye’nin de Kürt sorununun çözümüne yönelik herhangi bir adım atma ihtimalinin olmaması da ya da görünmemesi nedeniyle de olmuştur.
– ABD’nin Türkiye’den vazgeçemeyeceği için operasyona icazet verdiği görüşlerine ne diyorsunuz?
– ABD için Türkiye vazgeçilir bir ülke değil ama Irak Kürtleri de vazgeçilir değil. ABD bu iki grup arasında her halükârda bir denge sağlamak zorunda. Ama önünde bir Kerkük çıkmazı var. Türkiye Kerkük’ün kaderinde belirleyici olmak istiyor. Bu ABD için bir çıkmaz. ABD ise İran’a karşı Türkiye’nin açık ve net olarak kendi yanında yer almasını istiyor, bu da Türkiye’nin çıkmazı. Bu ikisi arasında dengeler ancak ve ancak kısa vadeli yürütülebilir.
– Türkiye Kürtleri operasyona neden sessiz kaldı?
– Operasyona ilişkin özellikle Kürtlerden tepkilerin bu kadar cılız olmasının nedeni PKK’nin ciddi bir özgüvene sahip olduğunu her defasında Kürtlere aktarmasından ileri geliyor. PKK’li komutanlar da açıklamalarında TSK’ya karsı bir süpürge harekâtı başlattıklarını söylüyor. Örgütün inanılmaz ve gerçeküstü bir özgüveni var. Bu belki bir psikolojik savaş yöntemi, ama Kürtler buna inanıyor ve PKK’nın TSK’yı bozguna uğratacağına dair bir düşünce besliyor. Bunda Türkiye’nin özellikle son bir yıldır her fırsatta dile getirmesine karşın Kuzey Irak’a girememesinin de etkisi var. Kürtler bunu, “TSK başarısız olacağını bildiği ve PKK’den korktuğu için giremedi” diye algılıyor.