Başbakan neden bazan güzel konuşuyor?

Dün (18 Mart) gece yarısına doğru yaptığı konuşmayı televizyonlarda seyrederken aklıma geldi; Başbakan Tayyip Erdoğan bazan ne güzel konuşuyor, di mi? Türkiye’de büyük çoğunluk bazan böyle güzel konuşur. Peki, bu ‘bazan’ hangi zamandır, nasıl bir bazı andır?

Başbakan’ın da dahil olduğu bu büyük çoğuluk demokrasiye, özgürlüğe bizzat kendilerinin ihtiyaç duyduğu anda ve ihtiyaç duyduğu konuda demokrattır, özgürlükçüdür ve işte o durumda güzel konuşur.

Bu ihtiyaç kendileri için ortadan kalktığında (mesela iktidar olduklarında, bir miktar güç ellerine geçirdiklerinde) demokratlık da, özgürlükçülük de tebahhur eder. Dahası, o zamana kadar şikayetçi oldukları anti-demokratik yasaları ve uygulamaları da değiştirmezler, çünkü artık işlerine geliyordur ve üstelik kimi zaman baskı aracı olarak kullanırlar.

Halbuki, işte tam da böyle olduğu için özgürlük ve demokrasi aslında onlar için de geçici niteliktedir; ve ya muhtıra verilince ya darbe olunca ya kapatma davası açılınca vs. yine hemen özgürlükçü ve demokrat olma mecburiyetini hissederler. İhtiyaç işte! Ama tabii kendi ‘bazan’ları ve kendi konuları için.

Başbakan’ın anlama yeterliğini hâlâ gösteremediği konulardan biri bu.

AKP’li olmayan kimi solcuların, liberallerin, demokratların –üstelik dolaylı veya dolaysız getiriler de beklemeyenler var içlerinde- AKP’nin kapatılmasına veya başörtüsü serbestisi getirilmesine cansiparane karşı çıkmasını anlıyor mu Başbakan ya da nasıl anlıyor?

Anlamıyor. Anlayabilseydi, DTP’ye kapatma davası açılmasına da kendisi cansiparane karşı çıkardı; ama bunu yapmadı.

Bu tutarsızlık ve ilkesizlik örnekleri bu ülkede ziyadesiyle yaygın ve Erdoğan’ın AKP dönemi sicili de bu bakımdan hayli yüklü.

Erdoğan dün gece Çanakkale’den dönüşünde İstanbul’da, havaalanında toplanan kalabalığa hitap etti. Yukarıda anlattığım denklem içinde fena olmayan bir konuşma yaptı. Katılmadığım, sığ bulduğum tarafları olmakla birlikte demokrasinin önemine değindi, bu konuda Kopenhag siyasi kriterleri dolayısıyla ilerleme kaydettiklerini söyledi. “Durmak yok, yola devam” dedi, vs…

Ben Erdoğan’ın konuşmalarını genellikle çiğ ve sevimsiz bulurum, fakat bu sefer sevimli bile buldum galiba; üslubu, tonlaması, hali tavrı… Ne var ki, aklıma bir şey takıldı dinlerken. Başbakan zırt pırt konuşan, hiçbir fırsatı kaçırmayan biri; bu sefer de havaalanında hazır bir kitle buldu işte ve yine… İyi de, sadece başbakanların zırt pırt konuşabildiği bir duruma demokrasi denebilir mi? Başbakan tasvip etmese de sorunu olan, özgürlük ve demokrasi ihtiyacı duyan, hak arayan başkaları da var ve onlar böyle meydanlarda konuşamıyor. Buna yeltenenlerin kafasını kırıyor polis: öğrencisi, memuru, işçisi, kadını… Üstelik, çıkarmakla övündükleri AB’ye uyum yasaları bu konuda serbesti getirmesine rağmen.

Yeni sosyal güvenlik yasa tasarısına karşı çıkan sendikalara “Yalancılar” dedi Erdoğan. Ben kendisine yalancı desem –ki bana da bunu söyleten şeyler var; en azından, kim ne derse desin, mel beyanıyla ilgili söyledikleri beni hiç mi hiç tatmin etmedi, hesabını verebildiğini düşünmüyorum- acaba ne olur? Şimdi demiş olduğuma göre, bakalım…) Sonra da sendikaların eylemini yasadışı ilan etti.

Hadi meydanlarda konuşmayı bir tarafa bırakalım, fikir suçundan yargılanan birçok insan var memlekette ve “özgürlükçü” Başbakan büyük bir çoğunlukla ikinci dönemine geçtiği iktidarı süresince bu konuda hiçbir şey yapmış değil.

“Yaradılanı hoşgör yaradandan ötürü” deyişini diline pelesenk eden Erdoğan’ın hoşgörüsü de demokratlığı gibi, ‘bazan’. Herşey onun istediği gibi oluyorsa, herkes onun suyuna gidiyorsa ne âlâ, ondan iyisi yok. O herkesin takdir ettiği seçim gecesi konuşması da bu psikolojik kilitlenmenin eseriydi. Büyük bir onay görmüştü ya…

Ama en ufak bir itirazla, eleştiriyle, hatta hoşuna gitmeyen soruyla karşılaştı mı en hoşgörüsüz, tahammülsüz, çiğ adamlardan biri. İşte bu yüzden, kimilerine sevimli görünen o delikanlılığı birdenbire kabadayılık biçimini alabiliyor.

Hoşuna gitmeyen soru soran –nasıl olduysa birkaç kere çıktı böyleleri-, gazetecileri azarladığını biliyoruz. Cenneti mi cennete layık biçimde yönetiyorlar ki, hoşlarına gidecek sorular sorulacak başbakanlara? Ayrıca, öyle olsa bile, duayenimiz Çetin Altan köşesinin adını nasıl “Şeytanın gör dediği” koyduysa, harbi gazetecinin işi de şeytanın sor dediğini sormaktır.

Başbakan’ın karikatürleri mahkemeye verme tahammülsüzlüğü ve gülünçlüğü gösterdiğini de biliyoruz. Böylelikle topluma hoşgörü ve demokatlık konusunda pek iyi bir örnek sunmuş oluyor, di mi?

“Medeniyyyyyyetler ittifakı”nın bayraktarlığını yapan Erdoğan’ın kadınlara üç yapmayı tembihlerken –pek üzerinde durulmamakla beraber- ortaya koyduğu gerekçe şuydu: “Bunlar ne yapmak istiyor? Bunlar Türk milletinin kökünü kazımak istiyor. Yaptıkları iş bu.” Ne ittifak ama, di mi? Ayrıca, kim bunlar, kökünü kazımak isteyenler?

Erdoğan’ın, hoşuna gitmeyen şeyler söyleyip halk içinde fiyakasını bozmaya yeltendiği için “fırçaladığı” çiftçiye “Ananı da al, git” deme çiğliği gösterdiğini, üstelik bu çiftçinin daha sonra baskıya maruz kaldığını da biliyoruz. Ama Başbakan’ın çiftçiyle bu atışmasını, maalesef hükümetin borozanı olan TRT’nin ve Anadolu Ajansı’nın haber vermediğini çoğumuz bilmiyoruz. Al sana demokrasi!

Gelgelelim, meselenin ironik, trajikomik tarafı tam da burada ve bu topluma da bu yakışırdı zaten. Demokratlıkla pek az ilgisi olan biri, Erdoğan ve bir parti, AKP artık miadı da dolmuş olduğu için bir uygulamayı değiştirip (bu durumda parti kapatma meselesini; ama nasıl, göreceğiz) demokratik bir adım attıracak Türkiye’ye. Bu bakımdan, Erdoğan’ın bu meseleyle ilgili sinmeyip (‘delikanlılığı’ işe yarayacak) dikbaşlılık göstermesini olumlu ve yapıcı buluyorum.

Evet, Erdoğan bir nebze de olsa dönüştürücü birkaç adım atacak, fakat kendini dönüştürebilecek mi? Tabii ki hayır. Kendini dönüştüremediği, hatta mizacının uymadığı doğrultuda ülkeyi dönüştüren bir başbakan, bir iktidar. İronik değil mi?

Şüphesiz, parti kapatma meselesinin değişmesiyle veya bu konuda dolap çeviren ya da hamle edenlerin haddini öğrenmesiyle bir ülkeye demokrasi gelmez şıp diye. Sadece bir hamleye matuf bir şey söylüyorum. Yoksa, çok fırın ekmek yememiz lazım ve fakat bütün fırınlarımız bozuk ekmek çıkarıyor; AKP dahil. Bir de kızlarımıza başörtüsü özgürlüğü gelince o biçim bir özgürlük ortamına kavuşacağız; di mi?
Bence de gelsin, gelmeli de, ekmekleri ne yapacağız?